Mustafa Lütfi Kıyıcı
İlk kez Sultanahmet Cezaevine girmiştik. Demirel’in Başbakanlığı dönemiydi. Üniversiteye geleceği söylentileri vardı. Kendisi gelmedi ama Devlet Bakanı Seyfi Öztürk’ü göndermişti. Demirel daha önce mezun olduğu İTÜ’de protesto edilmişti. Biz de İstanbul Üniversitesinde hazırlanmıştık. O kadar hazırlık boşa gidecek değildi ya “Ha Ali ha Veli“ hesabına bakanı protesto ettik ve tutuklandık.
Deneyimli bir mahkum nedense bizlerin içeri girmesine sevinmişti. ”Bu kadar siyasi talebenin içeri girmesi hayra alamet değildir, iktidarın sonunu hazırlar. Yenisi de af çıkarır.” dediğini anımsarım.
Tutuklanmamız kamuoyunda büyük yankı yaratmış, her duruşma olaylı geçmişti. Bizim için daha önce bir tabu olan tutuklanma ve cevaevi deneyimi yıkılmış, korkulacak bir şey olmaktan çıkmış ya da mücadelenenin zorunlu bir parçası olmaktan öte bir anlam ifade etmemeye başlamıştı.
Başlangıç böyleydi.
Deniz özelinde devam edersek, son THKO tutuklanmasından önce 7 kez daha DÖB’lü arkadaşları ile birlikte tutuklanacak ya da ceza yatacaktı.
Bizdeki 68 böyle…
Sosyalizmin ağza alınamadığı günlerden, mücadele ile TBMM ‘ne 15 milletvekili sokulduğu günlere gelindi.
Çetin Altan, Mecliste “Nazım Hikmet Türkçenin en büyük şairidir” yolunda bir konuşma yapınca linç ediliyordu. O günler böyle idi. Bu gün Nazım’ı böyle nitelemeyen kişi nerede ise yoktur.
İlerici, devrimci kişi ve oluşumların toplantı ve gösterilerini engellemek, taşlı sopalı saldırıları organize etmek ve halkı galeyana getirmek için “komünistler camiye bomba attılar ya da tam atacakken yakalandılar. Kuran-ı Kerim’i yaktılar” gibi söylentileri yaymak yoğun bir anti-komünist propağandanın bombardımanına maruz kalmış, dini hassasiyeti yüksek veya öyle görünen kesimde etkili olurdu. Kahramanmaraş, Çorum, Sivas katliamlarının bu ve benzer iftiraların sonucunda oluştuğunu kamuoyu artık biliyor.
Günümüze gelirsek, hala 40/50 yıl öncenin, soğuk savaş şartlarının argümanlarıyla konuşuluyor ve kitleler hamaset konuşmaları ile meydanlara toplanıyor. Cami, başörtülü kadın, bayrak kutuplaşmayı yoğunlaştıracak söylemlerin merkezine oturtuluyor. Soğuk savaş döneminin bittiği unutuluyor, bu argümanlardan medet umuluyor.
Yeni bir şey yok. Yeni bir üretin yok. Sanki üretici zeka dumura uğramış. Neredeyse bunlar mı bizi yönetiyor diyeceğiz.
Biz sosyolojiyi de psikolojiyi de biliriz dediğini okuyunca gene yıllar öncesine gittim. Çetin Uygur’un Maçka Teknik Başkanlığı günlerine… Harun Karadeniz İTÜ Başkanıydı o zaman. Fakültelerin birinde seçim var. Komadolar -o zaman ülkücü değil isimleri; emekli askerlerin kamplarda bizlere karşı mücadele için komando eğitimi vermelerinden dolayı “komando- baskı için gelmişler. Kapıları da biz tutmuşuz. Kavga etmiyoruz ama aynı fakülteden olmadıkları hatta öğrenci de olmadıkları için içeri sokmuyoruz. Konuşuyoruz. Öyle bir eksantirik egoları var ki herkesi, her şeyi biliriz havasındalar. Elleri de hep belleri hizasında aynı zamanda, çok da yaklaşmıyorlar. Birden “Kapital’i okudun mu sen?” sorusuyla karşılaşıyoruz/m. Hayır diyoruz/m. “Sen okudun mu?” deyince, ”Hem de dört cildi de!” diyor. Şaşırıyoruz. Yani Kapital’i okumuş, hem de yutmuş ama benimsemediği için komando olmuş! O “dört” cildi okumadığımız için bizi de bir yandan küçümsüyor.
Vay vay demeyip de ne diyeceksin. Dört cilt Kapital!..
Bu gün yaşananlar, dinlediğimiz konuşmalar bir geçmişin tekrarı gibi. Yeni bir söz yok. Tükenmişler mi ne?
Güçlü bir muhalefet olsa, sallayın düşecekler diyebilirsin. Ancak muhalefeti “çırak, acemi, genel müdür vs diyerek” öyle bir hale getirdiler ki, herkesi kendilerinin alternatifsiz olduklarına inandırdılar ya da inandırdıklarını sanıyorlar. Bu konudaki yoğun propağandaları ondan.
Şimdi toplumsal sivil bir muhalefet çıktı karşılarına; şaşkınlıkları, telaşları da ondan .
Gezi eylemine katılanların çeşitli ve karmaşık gruplar olmasından yola çıkılarak hareketin ilerici/dayatılan yaşam şartlarına tepki, ciddi bir sivil başkaldırı olduğu bence tartışılmaz.
68’in önemli eylemlerinden İstanbul Üniversitesinin işgal ve boykot hareketi de “Sağ-Sol Yok – Boykot Var!” sloganı ile başlamıştı. Bu eylemin sol ve ilerici karakterini değiştirmedi. Katılan öğrenci kitlesinin bir kuşak olmasını engellemedi. Etkisi de yıllarca sürdü, sürüyor.
Sevgi ile kalın.
Kaynak: HürHaber, 20 Haziran 2013