Ruşen Sümbüloğlu

Kamber, 12 Eylül gelince kendini sıkıyönetim mahkemelerinin karşısında bulmuş, kısa süren bir yargılamadan sonra, kendisinin deyimiyle ‘Karşıyaka Mezarlığı’ndan dönerek’ idamdan müebbet hapis cezasına düşmüş ve dosyası Askeri Yargıtay’a gönderilmişti…

O, Mamak Askeri Cezaevi’nde işte bu davanın Askeri Yargıtay’daki sonucunu bekleyerek tutukluluk günlerini geçiriyordu.

Müebbetlik olduğu için kaldığı B Blok’un tecrit hücrelerinden birine konulmuştu. Yanında bir arkadaşı daha vardı.

Tecrit günlerinden birinde Kamber’e bir mektup geldi. Mektupta deniyordu ki:

“(…) Önümüzdeki görüşte annen ziyaretine gelecek. Annen sen içeri düştüğün günden beri; “N’olur, beni oğluma götürün. Dünya gözüyle oğlumu son bir kez daha göreyim…” diyerek başımızın etini yiyordu. Kısmet bu görüşeymiş, getiriyoruz…”

Kamber mektubu okudu. Avurtları çökmüş, yüzüne bir hüzün bulutu kondu. Yanındaki arkadaşına:”Annem ziyaretime gelecekmiş…” dedi.

Arkadaşı:

“İyi ya, ne güzel!” dedi. Kamber derin bir nefes aldı.

“ Biliyor musun O’nu uzun yıllardır tek bir kez bile görmedim.” dedi, özlem kokan içli bir sesle. Ve hikâyesini anlattı.

Babası yıllarca önce Sivas’a bağlı İmranlı ilçesinden ayrılmış, iş bulmak için Ankara’ya gelmiş, bir süre sonra da imam nikâhlı annesinin üzerine yeni bir kadınla evlenmiş, Ankara’ya yerleşmişti. İlkokula gitme yaşı geldiğinde Kamber’i okuması için babasının yanına göndermişlerdi. Kısa süreli tatil günleri hariç, tüm yıllarını evinden, annesinden ayrı geçirmiş, son altı yedi yıldır da hiç gitmemişti.

Görüşe daha dört gün vardı. Kamber dört gün önceden mahpus deyimiyle “Görüş Koması”na girdi. Hep ondan bahsediyor, Türkçe bilmediğinden dem vuruyor, “Allah vere de annem bunca yıl içerisinde konuşacak kadar bir şey öğrenmiş olsa…” diyordu.

Annesi köyde doğup büyümüş, evlenmiş, yaşamı boyunca, zaman zaman babasının peşinde İmranlı’ya “pazar için” inmenin dışında, tek bir kez büyük şehre inmemiş, köyünü dünyası bellemişti. O’nun köyünde ana dili Türkçe olan hiç kimse yoktu. Köyünün dili neyse, doğaldı ki onunki de o olacaktı…

Kamber görüş yerinde annesinin farkına varmadan kendisine ana diliyle seslenebileceğini düşünüyor ve görüşün yarıda kesilebileceğinden endişe duyuyordu. Çünkü Mamak görüşlerinde, yavaş sesle konuşmak, el, kol, yüz hareketleriyle işaretleşmek ve Türkçeden başka bir dille konuşmak kesinlikle yasaktı. Yasak herhangi bir biçimde ihlal edildiği anda görüş kabininin her iki tarafında, giriş kapılarının önünde alıcı kuş gibi bekleyen görevli askerler, talimatlara uyulmadığını belirterek, hemen “görüş bitti” diyorlar, tutuklu apar topar, görüşçüsünün gözleri önünde tartaklanarak alınıp götürülüyordu. Aynı muamele görüşçüye de yapılarak kapı dışarı ediliyordu. Tabii sonra da “görüşte vukuat çıkarmak” suçundan içerdeki ayrıca cezalandırılıyordu.

Kamber “vukuat çıkarmak”tan çekinen biri değildi. İdarecilerin gözünde zaten iflah olmaz bir vukuatçıydı. Ama O’nu düşündüren şey başkaydı. Nice yıldan sonra ilk kez annesiyle karşı karşıya gelecekti. Tümü beş dakikayı ancak bulan görüşün elmas değerindeki her saniyesinden tatsız bir durum çıkmadan yararlanmak istiyordu. Annesinin önünde itilip kakılmak ya da annesine aynı şeylerin yapılabileceği düşüncesi Onu hüzünlendiriyordu. Kimbilir bu belki annesiyle yapacağı “son görüşme” olabilirdi. Belki annesinin sezgileri doğruydu. Öyleyse O’nda kalacak son anının gözleri önünde dövülen bir oğul olmasını istemezdi.

Kamber dört gün boyunca hep annesiyle yapacağı görüşü düşünüp durdu. O uzun, upuzun gelen dört gece akıp gitti ve görüş günü geldi. Kaldığı B Blok’ta sıcak su olmadığı için, sabahın erken saatlerinde buz gibi suyla banyosunu yaptı. Traşını oldu. Sıfır numaraya vurulmuş saçlarına zulasındaki esanstan birkaç damla sürdü. En temiz elbiselerini giydi. Görüşe hazır hale geldikten sonra birkaç lokma bir şeyler atıştırıp tecrit hücresinin üç buçuk adımlık volta yerine çıktı. O artık durup dinlenmeksizin üç buçuk adımda bir U dönüşü yapan düşünceli bir yürüyüştü…

Aklı yapacağı görüşte, kulağı hoparlörden okunacak isimlerdeydi. Hoparlörden beşinci kez isimler anons edildiği bir anda kendi ismini duydu. Göz bebeklerine yerleşen sevinç ışıltılılarıyla, gardiyanın açtığı hücre kapısından uçar adımlarla çıkıp annesine koştu…

Kamber yüzündeki özlem yangınıyla görüş kabinine girdi ve karşısında annesini ve kardeşini buldu.

Anne, önündeki tel örgüleri adeta tırmalar gibi ileri atıldı, çığlığı andıran bir sesle: “Kamber Ateş nasılsın!…” dedi.

“İyiyim, canım annem, iyiyim…” dedi.

Kadın silme sevgi kesilen gözlerinden boşalan yaşlarla oğluna okşarcasına baktı, baktı “Kamber Ateş nasılsın!…” dedi.

“İyiyim, çok iyiyim, siz nasılsınız…”

Kadın sustu, başını önüne eğdi, bekledi, sonra birden taa oğlunun gözlerinin içine bakarak sordu:

“Kamber Ateş nasılsın!…”

” …?!… “

Kamber annesinin Türkçe’yi öğrenemediğini anladı. Kardeşi yol boyunca annesine sadece bu üç sözcüğü öğretebilmişti. O da hep aynı cümleyi tekrarlayıp duruyordu.

Özlemin söze gerek duyduğu bu en yakıcı anda, ana-oğul birbirlerine kendi anadilleriyle seslenemiyorlardı, Aralarında “Türkçe konuşacaksın!” emir kipli bir duvar, bir set çekilmişti…

Birbirlerine bakışıp duruyorlar ve anne biraz zaman geçince yeniden: “Kamber Ateş nasılsın?” diyordu.

Oğlunun gözlerinden yanaklarına doğru, zaptedilmek istenen ama becerilemeyen, iki damla yaşın süzüldüğünü gördü anne…

Dillere kilit vurulmuştu ama gözlere henüz mil çekilmemişti! Öyleyse dilin olmadığı yerde gözler konuşacaktı. Onlar birbirleriyle gözlerini kullanarak konuşacaklardı. Dertleri, özlemleri, sevinçleri hep gözler anlatacaktı. Mademki Mamak görüşünde yasakçılar Kamber’in anasına bir cümlelik söz hakkı tanımışlardı, öyleyse gözlerin yanında ses tonu da konuşacaktı. Gözler ve ses tonu el ele verecek her şey olacaktı.

Anne gözlerine en şefkatli duruşu, sesine en yumuşak tonu verecek:

“Kamber Ateş nasılsın!…” diyecekti.

Bunun anlamı: “Oğlum, sağlığın yerinde mi, bir derdin sıkıntın var mı, karnın doyuyor mu, sırtın pek mi, herhangi bir şey istiyor musun, çamaşır göndereyim mi, kışlık çorap öreyim mi?…” demekti.

Yanıtı oğlunun gözlerinden alacak:

“Demek iç çamaşırı ve yün çorap istiyorsun, hay hay canım oğlum.” diyecekti içinden.

Anne çınar yüzüne atadan dededen kalma kuşkulu ifadeyi takınacak, gizemli bir tavra bürünecek, merak dolu gözlerle oğlunun ve kendisinin başucunda coplarıyla bekleyen askerlere bakacak, titrek bir sesle:

“Kamber Ateş nasılsın!…”

Bunun anlamı:” Burada zulüm çokmuş oğlum, dışarıda hep duyuyoruz, doğru mu? Size işkence yapıyorlar mı?” demekti.

Yanıtı yine oğlunun gözlerinden alacak:

“Demek doğru oğlum! Elleri kırılsın tüm işkencecilerin…” diyecekti içinden.

O zaman da anne, yavrusuna uzanan elleri parçalamaya hazır kartal bakışlarını gözlerine yerleştirecek, bükülmüş belini doğrultacak, omuzlarını dikleştirecek, oğlunun alnına bakarak, emredercesine:

“Kamber Ateş Nasılsın!..” diyecekti.

Bunun anlamı: “Biliyorum zor günler geçiriyorsunuz… Zor mayanı berkirtir oğlum. Pes etme! Zulme pes edilir mi?! Gün devrilsin siz devrilmeyin oğlum’..”demekti.

Yanıtı yine oğlunun su gibi berrak gözlerinden alacak, göğsü kabaracak:

“Sütüm sana helal olsun, yiğit oğlum…” diyecekti içinden.

Anlaşmak isteyen bir ana-oğul için dağlar bile dize gelmez miydi? Onlar birbirilerine yüreklerindeki her şeyi sözsüz de sunabilirlerdi. Henüz hiçbir yasa bunu önleyememişti ki Mamak yasakçıları önlesin!.. Mamak görüşlerinde dil ne zaman yoksullaşıyorsa, göz zenginleşiyordu…

“Görüş bitti!” anlamına gelen düdüğün tiz sesi duyuldu.

Anne, “Hoşçakal canım yavrum…” anlamına gelecek şekilde, sayısız kez kullandığı o tek cümleyi, el sallarken bir kez daha yineledi:

“Kamber ateş nasılsın!…”

Ve gittiler…

Görüş sonrası Kamber bir sevinç seli gibi düştü hücresine.

Arkadaşı:

“Gelen annen miydi?” diye sordu.

“Evet” anlamında başını salladı. Arkadaşı endişe dolu bir ifadeyle:

“Herhangi bir aksilik çıkmadan görüşebildiniz mi?” dedi.

“Hem de nasıl!…”

Arkadaşı sevinçle kolunu tutu ve sordu:

” Neler konuştunuz?…”

Kamber annesinin şakıyan gözlerini anımsadı, ışıltılı gözlerle arkadaşına baktı. Yanıt vermedi ama arkadaşı anladı, şaşkınlık dolu bir yüz ifadesiyle kendi kendine mırıldandı: “Kamber’in gözleri konuşuyor!…”

Evet, “Neler konuştunuz?” sorusuna, Kamber’in gözleri:

“Neleer, neleer!…”diyordu…

Not: Kamber Ateş, 1959’da Sivas’ın İmranlı ilçesinde doğdu. Halkın Kurtuluşu grubunda yer alan Ateş, 1980 askeri darbesinde müebbet hapis cezası aldı; 11 yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1991’de şartlı tahliye edildi.

Kaynak: Devrimci 78’liler Federasyonu