Hülya Key
Ceren çocukken, özellikle de ilkokul çağında iken bir köpek almamızı çok isterdi. Ben/biz yıllarca bu isteğine kendimizce usta bir şekilde karşı çıktık. Yavrum okuldan gelir, köpek sahibi olan arkadaşlarından öğrendikleriyle bizim öne sürdüğümüz gerekçeleri ortadan kaldırmaya çalışırdı. Aramızda şöyle konuşmalar geçerdi:
-Anne, biliyor musun bir kere çiş yaptıklarında oraya bir sprey sıkıyormuşsun, bir daha oraya işemiyorlarmış.
-Öyle mi?
– Evet. Bak arkadaşımın ev telefonunu aldım. İstersen annesini ara sor.
– Baban gelsin ararız.
Baba gelir, yemek telaşı, sonra yatma. Telefon edilmez.
-Anne, köpek etraftaki süslere (bibloları kastediyor) zarar verecek, kıracak diye istemiyorsun ama sen anlatıyorsun ya, bir kere ben de bir tabla kırmışım. Sen kızmışsın, bir daha kırmamışım, o da öğrenir.
– Ceren sen ödevini yapmış mıydın? Haydi, bak baban gelecek şimdi.
Bir akşam daha böyle atlatılır.
-Anne, sen şimdi köpek almaya karşı çıkıyorsun ama biliyorum bir köpek alırsak sen de onu çok seveceksin. Sonra bir gün gelecek o ölecek ve biz çok üzüleceğiz. Ama insanlar da ölüyor, öyle değil mi anne?
Bu soru diğerleri gibi savuşturulamazdı. Düşündüm. Kızım bir şeyi bu kadar çok istiyor ve isteğini kabul ettirmek için çaba sarf ediyor, güçlü argümanlarla geliyorsa ben neye karşı direnç gösteriyordum? Duvardan duvara halılarımın kirlenmemesi, eşyalarımın zarar görmemesi çocuğumun bu isteğinden ve mutluluğundan daha mı önemliydi? Hayır! Böylelikle eve bir köpek almaya karar verdik.
Bu kararı aldığımızda 1999 yılına gelmiştik. Ceren 12 yaşındaydı. O dönem pek sevilen “Maske” filminde Jim Carrey’nin Jack Russel cinsi bir köpeği vardı. Ceren o cins köpek istiyordu. Aramaya başladık. Bir veteriner bize Jack Russel bulmanın çok zor olduğunu, insanların sıraya girdiğini ve en az altı ay beklememiz gerekeceğini söyledi ve niye Beagle istemediğimizi sordu. İlk defa duyuyorduk. Bir köpek ansiklopedisi çıkartıp resmini gösterdi. Bayıldık. Araştırdık. Eğitiminin çok zor olduğunu ama çocuklara çok iyi bir arkadaş olduğunu, insanları çok sevdiğini ve hatta eve hırsız bile girse insan gördüğü için sevindiğini öğrendik. Eğitiminin zor olmasına takılmadık, ne de olsa biz zoru başaran insanlardık ama zor derken eksik söylemişler, imkânsız demeleri gerekirmiş 🙂 Böylelikle bir Beagle “sipariş” etmeye karar verdik. Macaristan’da bir çiftlikte yeni doğmuş bir yavru varmış ama hala anne sütü ile besleniyormuş ve 8 hafta beklememiz gerekiyormuş. 1500 Dolar ödeyip beklemeye başladık. 28 Haziran’da yavru köpeğimizi teslim almaya gittik. Bize tavsiye edildiği gibi esas sahibi olacak olan Ceren’in giyilmiş bir tişörtünü de beraberimizde götürdük. Yavru köpeğe önce tişörtü koklattılar ve eve getirdiğimizde de yatağına o tişörtü koyduk. Altına da eski tarz bir saat. Yavru, saatin sesini annesinin kalp atışları sanırmış. Ceren o zaman Eyüboğlu’nda hentbol takımında pivot pozisyonunda oynamakta idi. Benim önerimle yavruya Pivot adını verdik. Kızımızın isteği üzerine artık bir de oğlumuz olmuştu.
Yaşıyorsa kulakları çınlasın, bize köpeği satan Zeynep Hanım çok sıkı talimatlar verdi. Pivot, aşıları tamamlanan kadar sokağa çıkmadı, odasına ayakkabı ile girilmedi, köpeği olan başka birisinin yanına girmesine izin vermedik. İçtiği şişe suyunun markasını bile değiştirmedik. Yalnızca bir talimatına uymadık: “Kesinlikle yatağınıza almayın.” O kadar küçük ve o kadar tatlıydı ki, küçücük patileriyle yatağımıza dayanıp bizi görmeye çalıştığında uzanıp yatağa almadan yapamadık. Ceren ranza gibi yüksek olan yatağında yatamaz oldu. Yatmak için yukarı çıktığında Pivot ağlıyordu. Yatağını yere taşıdık. Böylelikle daha ilk günlerden yatağımıza misafir olarak girdi ve bu giriş ilerleyen yıllarda yatağın esas sahibi gibi davranma yolunda attığı ilk adım oldu.
Aldıktan kısa bir süre sonra Pivot’u yazlığa götürdük. Daha dışarıda yere basmasına izin olmadığından hava alsın diye verandadaki masanın üzerine ilk koyduğumda bir arının üzerine koymayı becermişim. Ayağını arı soktu. Yavrucağız çocuk gibi ağladı, tabii ben de onunla birlikte. Arkadaşlar yardımımıza koştu ve ayağından iğne çıkarıldı. Aşıları tamamlanıp bahçede dolaşmaya başladığında yaramazlıkları da birlikte geldi. Yazlığımızın bulunduğu sitede az sayıda ev vardır ve herkesin bir kapısı mutlaka açıktır. Pivot’un girmediği ev, ziyaret etmediği yatak odası kalmamıştır. Hatta bir komşumuzun uyurken yataktan sarkan elini yalamıştı da, kadıncağız torununun odasına gelip onu öptüğünü sanmıştı, hepimiz çok gülmüştük. Mutfaktan et aşırmak, tokyo terlik kaçırmak, çocukların balonlarını, toplarını patlatmak pet şişesi ağzında bahçede galop sıçrayarak koşmak günlük zevkleri haline gelmişti.
Çok özgür ruhlu bir köpekti. Serbest bıraktığımızda sahile iner, sahilden koylar geçer ve bizim ancak arabayla gidebildiğimiz başka yerleşim yerlerine gider, ona kemik veren birsinin bahçesinde oturur saatlerce görünmezdi. Bütün civardaki sitelere telefon numaramızı vermiştik. Pivot’u başı boş görenler bizi telefonla arayıp konumunu bildirirlerdi.
Yakın arkadaş çevremizde ilk köpek sahibi olan bizdik. Esra ve Dilek, ki kendileri de duygularını çok güzel bir şekilde ifade ettiler, köpeklerden korkardı. O zamanki evimizin salonunun kapısı yoktu, kapıyı kaldırıp kemer yapmıştık. Bizi ziyarete geldiklerinde Pivot salona doğru koşunca onlar koltuğun tepesine fırlarlardı. Rahat etmeleri için salonun girişine sandalye ve bavul yığıyorduk. Hiç unutmam bir gün bir başkası bize uğradığında kapıdan bakıp, “Aaa, seyahate çıkıyorsunuz, ben girmeyeyim,” demişti. Arkadaşlarımız Pivot’a alışana kadar biz “seyahate çıkar” halde kaldık. Sarı halılarım tuvalet eğitimi sırasında yere koyduğumuz gazeteler nedeniyle siyah desenli bir halıya dönüştü. Bir süre sonra bütün halılar söküldü, yerine parke yapıldı ve salona tekrar kapı takıldı. Yani evimiz oğlumuza göre yeniden düzenlendi.
Pivot Erhan ve bana çekmiş herhalde, yemeğe pek düşkündü. Yavruyken belki oyun olsun diye kaçırdığı ayakkabı, çamaşır, gözlük, terlik, çorap gibi nesneleri kendisinden alabilmek için yiyecek verdiğimizi görünce, ortada bırakılan eşyaları bizden rüşvet almak için sürekli kaçırır oldu. Özellikle yazlığa yatıya gelenlere ilk tembihimiz bu olurdu: “Aman, Pivot’un ulaşabileceği yerde hiçbir eşyanızı bırakmayın, odanızın kapısını kapalı tutun. Müessesemiz sorumluluk kabul etmez.” Bazen bizim için değerli olmayan bir eşyayı kaçırır sehpanın altına girerdi. Bakar ki biz umursamıyoruz, uzun uzun ulurdu –evet, Pivot havlamaz, ulurdu. İstediğini elde edemeyince de bırakır giderdi. Yani bize gelip ortalıklarda don-sütyen-çorap görenler, hep Pivot’un kabahati idi, bizim değil.
Pivot hayatımıza kendisinden başka büyük bir zenginlik daha kattı: Bıdık. Belki de hayatta tek sahip olacağımız torunu onun sayesinde gördük. Bıdık’ın hikayesini anlattığımda anlatmıştım yaptığı çapkınlık sonucunda Bıdık’ın ailemize nasıl katıldığını.
İsviçre’deyken bir gün Bıdık’la birlikte geçici olarak kaldığımız şirket apartmanının bahçesinden kaçtılar. Bıdık’ı hemen bulduk. Ama Pivot’u önce yaya, sonra arabayla tam üç saat aradık. Yarım yamalak Fransızca’mla her önüme gelene gözyaşları içinde “Üç renkli, yalnız gezen bir köpek gördünüz mü?” diye sora sora dolaştım. Leman Gölü’nün kıyısındaki parkta başka bir köpek ve sahibiyle birlikte dolaşırken gördüğümde, “Pivooooot!” diye bağırışım, onun bana koşması ve birbirimize sarılmamız en klasik Türk filmlerine taş çıkartırdı.
Onların İsviçre’de kaldığı, benim ise Türkiye’de tatilde olduğu bir günde Bıdık bahçeyi çevreleyen çiti kazıp dışarı kaçmış. Pivot da aynısını yapmaya kalkmış ama onun o kocaman göbeği Bıdık’ın geçtiği yerden geçmesine engel olmuş, sıkışmış kalmış. Erhan onu orada öyle görünce durumu anlamış da Bıdık’ı aramaya çıkmış.
Bir sürü hastalık geçirdi. Yüz felci geçirdi, göz kapakları kapanmaz oldu. Senelerce gözleri açık uyudu. Veteriner gözleri kuruyabilir dedi, kurumadı. Bel kemiği ve eklem rahatsızlıkları oldu, bir süre merdiven çıkamadı ama iki ayağıyla birlikte zıplayarak çıkmak gibi bir formül geliştirdi, hareketsiz kalmadı. Hep direndi. Artık ona aramızda “survivor” demeye başladık. Yaşına ve hastalıklarına rağmen sekse olan düşkünlüğü hiç azalmadı 🙂 Kirpik evimize ilk geldiğinde iki gün boyunca kızın arkasına dolanmaya çalıştı, ancak iki gün sonra pes etti. Son hastalığında İstanbul’a getirirken mola verdiğimiz yerde yabancı bir dişi köpek görünce, ayakta zor durmasına rağmen kuyruğunu sallamaktan geri kalmadı.
Ben yıllarca onun, onların öleceği günü düşünüp ağladım. Ta ki televizyonda bir programda İngiliz bir aileyle yapılan röportajı izleyene kadar. Beagle benzeri bir köpek 21 yaşındaydı. Sordular sahiplerine, bunu nasıl başardınız diye. Aile şöyle cevapladı, “Kaliteli yemek ve sevgiyle.” Yaşasın! Umudumu bulmuştum. Zaten kaliteli besliyorduk, bundan sonra arada verdiğimiz ıvır zıvırı da keseriz dedim. Sevgiye gelince, kimse köpeğini benden çok sevemez ki! Gözyaşım durdu.
Beline, eklemlerine iyi geleceği için bıkmadan usanmadan denize soktum. Boyuma gelen yere kadar kucağımda taşıdım sonra bıraktım yüzsün. Saat tutuyordum, 7-8 defa böyle taşıyordum, çok yorucuydu. Neyse Cumhur akıl verdi. Götürdüğün noktada bir yerinden tut, o yüzsün ama ilerleyemesin dedi. Böylelikle onu iyileştireceğim derken kendimi sakat etmeden onu yüzdürmenin yolunu bulmuş oldum. Minimum 15 dakika yüzdürüyor sonra bırakıyor, kıyıya varana kadar yanında yürüyordum. Dengesini kaybediyordu. Su yutmasın diye kucağıma alıyor sonra yine suya bırakıyordum. Uygun olan her gün. Köpeğimi/lerimi sahile getirdiğim ya da denize soktuğum için benimle kavga eden bir adamın üzerine taşla yürüdüm. Pivot’u öldürmekle tehdit eden başka bir adama kendi başına ne gelebileceğini göstermek için ağabeyimden beylik tabancasını isteyecek kadar kararlıydım oğlumu uzun ve sağlıklı yaşatmak için elimden geleni yapmaya.
26 Ağustos Salı günü, ilk epilepsi krizini geçirmesine tanıklık ettim. Ölüyor sandım, aklım çıktı. Ölmedi. Bir süre sonra kalkıp yürümeye başladı. Son zamanlarda hiç yürümediği kadar. Sonra bir kriz daha. Onu da atlattı. Kalktı yürümeye başladı ama deli danalar gibi derler ya, aynen öyle. Dönüyor, dönüyor, duvarlardan, kapalı kapılardan, geçemeyeceği yerlerden geçmeye çalışıyordu. Zor bir gece geçirdik. Yatağıma aldım. Her yeri minderlerle kapladık. Tehlikeli olabilecek her türlü eşyayı kaldırdık. Sabaha kadar ne zaman inmek istese yataktan indirdim. Dolaşmasını seyrettim. Su içmek istiyor, su kabını ortalayamıyordu. Kafasını kabın içine doğru itmek zorunda kaldım. Minderlere çişini yaptı. Hiç kendinde değildi. Sabah kalkıp yola çıktık. İstanbul’a varınca da doğru veterinere götürdük. Orada bırakmamızı söylediler. Veterinerimizin ifadesiyle “agresif” bir tedaviye başlandı. Fakat maalesef, götürdüğümüzün altıncı akşamında, 2 Eylül’de, kalp yetmezliğinden kaybettik. Gece yarısı haber gelince Erhan, Ceren, ben gidip oğlumuzu görmek ve vedalaşmak istedik. Her zamanki yakışıklılığı ile uyuyor gibiydi, yine gözleri açık. Öptük, okşadık, kokladık. Karşılığında hiç kuyruk sallamadı.
15 yıl 4 ay boyunca gözümüz gibi baktığımız, evladımız gibi sevdiğimiz her şeye direnen Pivot bu defa direnememişti. Oğlunun ölümünden 11 ay sonra onun yanına gitti. Şimdi onun yokluğunda biz “survive” etmeye, direnmeye çalışıyoruz, gözlerimizde yaşlarla.