Orhan Yalçın Gültekin
Sabah annemin dürtüklemesiyle gözümü aralayıp baktım. Annem yüzündeki telaşı saklamaya bile çalışmadan “kalk” diye seslendi, “ihtilâl olmuş”. Yüzümü duvara dönüp annemi sırtımla başbaşa bırakarak “peki” demişim, “uyandığımda ilgilenirim”.
Aslında bekleniyordu, bekliyorduk… Yalnızca 27 Mayıs ve 12 Marttan yola çıkarak zihinlerimize kazınmış ‘her on yılda bir darbe’ koşullanmasından değildi beklentimiz. Sıkıyönetimle girilen yeni dönem, derinleşen bunalıma devletin bir çözüm edimi olacağını ve bundan da kaçınılamayacağını gösteriyordu.
Ağabeyim Mesut Gültekin, o gece nöbetçiymiş; sonra anlattı kulenin bir binbaşı (?) komutasındaki askeri timce nasıl zapt u rapt altına alındığını. Ben de işe gittiğimde anlayacaktım değişimi… Devlet Hava Meydanları İşletmesi (DHMİ) dahil bütün hava limanının Hava Harp Okulu Komutanlığına bağlanmasının ilk pratik uygulaması ideolojik bıyıkların, genel olarak sakal ve favorilerin yasaklanması ve kılık-kıyafet yönetmeliğinin bire bir uygulanması olmuştu.
***
12 Eylül 1980 darbesi, Türk Silahlı Kuvvetlerinin sivil siyasete üçüncü müdahalesidir ve emir-komuta zinciri dışında gerçekleşen 27 Mayıs dışarda bırakılırsa, emir-komuta zinciri içinde gerçekleşen ikinci müdahaledir.
12 Eylül, 12 Mart’ın devamı ve tamamlayıcısı olmuş ve 27 Mayıs karşıtlığını başından itibaren göstermiştir. Bu karşıtlık kendisini ‘27 Mayıs’ın bayramlıktan çıkarılması bir yana ‘12 Mart’ta yarım kalmış bir işi – ’27 Mayıs Anayasası’yla hesaplaşma – 1961 Anayasanın rafa kaldırılması ve yeni bir anayasa hazırlanmasında ortaya koymuştur. 12 Eylül, Türkiye sivil siyasetini yeniden tasarlamış ve buna uygun gerekli düzenlemeleri yapmıştır.
Milli Güvenlik Konseyi ve İlk Bildiri
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun’dan oluşan Milli Güvenlik Konseyi’nin, radyodan okunan ilk bildirisinde, “İç Hizmet Kanununun verdiği Türkiye Cumhuriyeti’ni kollama ve koruma görevini yüce Türk milleti adına emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararını almış ve ülke yönetimine bütünüyle el koymuştur.” deniyordu. Bildiri, iç ve dış düşmanlardan dem vuruyor, devletin kurum ve kurallarıyla işleyemez duruma gelmesi, yıkıcı ve bölücü mihrakların faaliyetlerini artırması ve can ve mal güvenliğinin tehlikeye düşmesine vurgu yapıyor; Atatürkçülük yerine irticai ve diğer sapık ideolojik fikirlerin üretildiğinden bahsediyor; bölünme ve iç savaşın eşiğine geldiği tesbitini yapıyordu.
Parlamento ve hükümet feshediliyor, parlamento üyelerinin dokunulmazlığı kaldırılıyor, yurt dışına çıkışlar yasaklanıyor ve bütün yurtta sıkıyönetim ilan ediliyordu.
Milli Güvenlik Konseyi, 1983 genel seçimlerine kadar Türkiye’ye ilişkin bütün belirleyici kararları alacaktı ama etkisi kendi hükümranlık dönemiyle sınırlı kalmayacak, bugünlere dek gelecekti.
11 Eylül 1980’deki tablo, cunta ve destekçilerince – dahası yurttaşların önemli bir kesimince – 12 Eylül darbesini meşrulaştırmanın ve/veya mazur gösterilmesinin gerekçesi yapılmaya çalışıldı. “12 Eylül öncesine dönmek mi istiyorsun?” sorusu, 12 Eylül darbesine muhalefet edenlere karşı destekçilerin çıkış noktasını gösteren temel soruydu.
Cunta, 12 Eylül 1980’den başlayarak yalnızca önemli yasaların hemen tamamını değiştirmekle kalmadı. Cuntanın seçtiği Danışma Meclisi tarafından hazırlanan anayasa, 1982 yılında halk oyuna sunuldu. Halk oylamasındaki yüzde 92’lik “evet” oyu üzerine çok fazla söz söylendi. “Hayır” denilmesi yönündeki çabaların yasaklanması; saydam zarflar ve dışardan görülebilecek koyuluktaki oy pusulaları, bu yüzde 92’lik “evet” oylarını açıklamaya yetmedi. Yurttaşların önemli bir kesiminin 12 Eylül darbesini desteklediğinin bir göstergesi olarak “yasaklı siyasetçiler”in yasaklarının kalkmasına ilişkin referandum sonuçları, MGK’nin olmadığı koşullarda bile küçümsenmeyecek bir desteğe sahip olduğunu gösterecekti.
“Your boys have done it”
12 Eylül darbesinin ardında ABD’nin olduğu söylenir dururdu. Mehmet Ali Birand, darbeden 2 yıl sonra yayınladığı “12 Eylül 04.00” adlı kitabında ABD’nin darbedeki rolünü, ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Türkiye masası sorumlusu Paul Henze’ye gönderme yaparak açıklıyordu. Dönemin ABD Başkanı fıstıkçı Jimmy Carter’a operadayken bir istihbarat görevlisi yaklaşır ve Türkiye ile ilgili haberi verir: “Your boys have done it – Senin çocuklar işi bitirdi”.
Netekim Paşa
Faşizmi diğer diktatoryal yönetimlerden ayıran özelliklerinden biri olarak “karizmatik lider”in varlığı belirtilir. İtalya’da Mussolini, Almanya’da Hitler, bu tür karizmatik önderlere örnek olarak gösterilir.
12 Martçılar, bu karizmatik önder yokluğundan çok çekti. 12 Eylül ise kendi karizmatik liderine sahipti (!).
12 Eylül darbesinin tarihi, bir anlamda “ortalama” bir adamdan “karizmatik lider” oluşturma tarihidir. Netekim, Atatürk özentisi bir duruş inşaı ile başlayan “karizmatik lider” oluşturma işi, hemen hemen her konuda her türlü saçmalığı büyük bir keramet gibi sunma doğallığı ya da yüzsüzlüğü ile sunabilen fütursuz bir netekim paşa yaratmıştı.
12 Eylül’ün Ekonomisi ve 24 Ocak Kararları
İktisatçılar, Turgut Özal tarafından hazırlanan ve Demirel hükümetinin darbe arefesinde uygulamaya başladığı 24 Ocak kararlarını uygulamanın yegâne koşulunun siyasetin oy tabanlı gerçekleşme biçiminin, yani seçimlerin olduğu bir sistemin varolmadığı koşullar olduğunu söylemişlerdir. 24 Ocak kararlarının, gerici sınıfların çıkarlarını savunuyor olsalar bile halk oyuna duyarlı olmak zorundaki partilerce uygulanamayacak ölçüde açık-çıplak biçimde emekçilerin hak alma savaşımının bastırıldığı, her şeyin sömürücü sınıfların çıkarlarına uygun olarak tasarlandığı ve uygulandığı bir olağanüstü rejim programı anlamına geldiği savlanmıştır – ki bahs-i diğerdir; belki bir 24 Ocak günü bu konuyu ele alabilirim.
Yalnızca bir kaç ufak not düşmekte fayda vardır: 24 Ocak kararlarının mimarı, eski MSP milletvekili adayı Turgut Özal, 24 Ocak kararlarının öncesinde Genel Kurmay karargahına gidip komutanlara brifing vermiş ve darbeden sonra da ekonominin bütün kumandasını elinde tutmuştur.
Darbenin Hesap Dökümü
Netekim Paşa, “Asmayalım da besleyelim mi?” diye sormuştu. Yanıtı kendi içinde bu sorunun hesap dökümü şöyle olacaktı:
- TBMM kapatıldı, Anayasa ortadan kaldırıldı, siyasi partilerin kapısına kilit vuruldu ve mallarına el konuldu.
- 650.000 kişi göz altına alındı
- 1 milyon 683 bin kişi fişlendi.
- Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.
- 7 bin kişi için idam cezası istendi.
- 517 kişiye idam cezası verildi.
- Haklarında idam cezası verilenlerden 50’si asıldı (26 siyasi suçlu, 23 adli suçlu, 1’i asala militanı).
- İdamları istenen 259 kişinin dosyası meclis’e gönderildi.
- 71 bin kişi tck’nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı.
- 98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı.
- 388 bin kişiye pasaport verilmedi.
- 30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı.
- 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı.
- 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti.
- 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi.
- 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı.
- 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.
- 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi.
- 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.
- Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
- 31 gazeteci cezaevine girdi.
- 300 gazeteci saldırıya uğradı.
- 3 gazeteci silahla öldürüldü.
- Gazeteler 300 gün yayın yapamadı.
- 13 büyük gazete için 303 dava açıldı.
- 39 ton gazete ve dergi imha edildi.
- Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi.
- 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
- 14 kişi açlık grevinde öldü.
- 16 kişi “kaçarken” vuruldu.
- 95 kişi “çatışmada” öldü.
- 73 kişiye “doğal ölüm raporu” verildi.
- 43 kişinin gözaltında ve cezaevlerinde “intihar ettiği” bildirildi.
Darbenin Hesap Dökümüne Ek:
12 Eylül’ün 1978 kuşağı üzerinde yarattığı tahribatlardan biri var ki onu belirtmeden tablo çok eksik kalacaktır. 1978 kuşağı, “devrim” isteyen bir kuşaktı. 1968’li ağabey ve ablalarından daha da sertti 1978’liler.12 Eylül, bu kuşağın üzerinden silindir gibi geçince bu kuşağın içinde yer alanlar, kendi gerçeklik ve edimlerinin bir yanlış bilincini inşa ettiler adım adım. “Bizler” dediler, “masum gençlerdik. kitap okumak ve düşüncelerimizi ifade etmekten başka muradımız yoktu. Bugüne dair sorular soruyor ve yanıt arıyorduk. ”Oysa 1978’li olmak, dünyayı yorumlamakla yetinmeyip değiştirmek için eyleme geçildiği noktada anlamlanıyordu.Bu yüzdendir ki 1978’liler seksenyedibuçukküsur fraksiyona bölünmüştü. Küsuratlar da dahil her fraksiyon, devrime yalnızca ve yalnızca kendisinin önderlik edebileceği savındaydı. Yaşları ne olursa olsun o fraksiyonların içinde yer alanlar da buna cidden inanıyorlardı; en azından inandıklarını iddia ediyorlardı. 1978’lilerin kahir ekseriyeti, bugün “masumiyet konağı”na yerleşmiş olabilirler ama kendilerini var eden edimi de “masumiyet” derekesine düşürmeye hakları var mıdır? “Biz devrimi çok seviyoruz”dan “biz devrimi çok sevdik” ve “biz devrimi çok sevmiştik”e giden yol, kimi zihinlerde “devrim mi, o da ne?”ye dönüştüyse, ortada ciddi bir sorun var demektir. 1978 kuşağının yenildiği konak, tam da bu konaktır: devrimden vazgeçiş konağı.
OYG, 12 Eylül 2007
Bunları yapan veya yaşayan kişiler Atatürk zamanında yaşasaydı ne olurdu?
BeğenBeğen
Yalnızca Türkiyeli komünistler açısından baktığımız zaman bile, şunu görüyoruz: Türkiye komünistleri -kişi ayırdedilmeksizin- tabutluklara tıkılmışlar, her türlü işkencelere maruz kalmışlardır. M. K. Atatürk’Ün yeğeni Reşat Fuat Baraner, TKP’nin genel sekreteri idi. Her türlü işkence ve küfre maruz kalmıştır. Sonra birisi öğrenmiş, gelip sormuş, “Sen Gazi Hazretlerinin yeğeniymişsin, doğru mu?”. Cevap şu olmuş: “Benim aile ilişkilerim sizi ilgilendirmez.” Darüşşafakalı ağabeyim, Müntekim Ökmen de bir TKP’liydi. Az çekmemiştir 1930-40-50’li yıllarda. Acaba yazıklarım soruna cevap oldu mu?
BeğenBeğen