Turhan Feyizoğlu

Sinan Cemgil’den Kaypakkaya’ya, Yusuf Aslan’dan Deniz Gezmiş’e uzanan bir yolculuk…

31 Mayıs 1971’de Sinan Cemgil, Kadir Manga, Alpaslan Özdoğan Nurhaklar’da; 2 Haziran ’71’de Hüseyin Cevahir İstanbul’da katledildi.

31 Mayıs 1971 günkü 13.00 haberlerinde, Cihan Alptekin ile Tayfur Cinemre adlı gençlerin Tekirdağ’da jandarmalar tarafından yakalandığı açıklanır.

‘Onlar sizin için öldü’

Radyonun 31 Mayıs 1971 Pazartesi günkü 13.00 haberlerinde peş peşe iki haber yayımlanır. Birinci haberde, Adıyaman’ın Gölbaşı ilçesi İnekli köyünde jandarmalarla girdiği çarpışma sonucu ODTÜ öğrencisi Sinan Cemgil ile Alpaslan Özdoğan ve Erzurum Atatürk Üniversitesi öğrencisi Kadir Manga’nın öldürüldüğü, Mustafa Yalçıner’in yaralı, Hacı Tonak’ın da sağ yakalandığı açıklanır. İkinci haberde ise: Cihan Alptekin ile Tayfur Cinemre adli gençlerin Tekirdağ’da jandarmalar tarafından yakalandığı açıklanır. Aynı gün gazeteler, “İkinci” ve “Yıldırım” baskılar yaparak, sekiz sütuna manşet ve büyük fotoğraflarla olayları aktarır. O sırada Mamak Askeri Cezaevinde tutuklu bulunan Nuran Ağırnaslı ve ODTÜ Mimarlık Fakültesi öğrencisi Ayten Canatan ile Maltepe’deki bir evde Sibel Erkan’ı rehin tutan Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir, dinledikleri radyo haberlerinde Sinan Cemgil’in öldürüldüğünü öğrenince, sinirlenir ve dönemin iktidarına hakaret eder. Denizli’nin Bünyan ilçesinde oturan Yazıcıoğlu ailesi de damatlarının öldürüldüğünü duyunca sarsılır. Çok sevdikleri Sinan’ın duvarda asili duran fotoğrafına bakarak ağlayan Yazıcıoğlu ailesi, duvarda asılı olan yapraklı takvimin yaprağını o günden sonra koparamaz. Takvim, 31 Mayıs 1971 tarihinden itibaren koparılmamış olarak halen duvarda asılı durmaktadır. Haberleri radyodan dinleyen ve gazetelerden okuyan binlerce aileden birisi de Cemgil ailesidir. Oğulları Sinan’ın öldüğünü bu şekilde evde radyoda öğle haberlerini dinlerken öğrenen Cemgil ailesi, Adıyaman Valisi Nazmi Çengelci ile Gölbaşı Jandarma Kumandanlığını telefonla arayarak olay hakkında bilgi alır. Yaptığı telefon görüşmelerinden sonra Adnan Bey, “Evet, dedi, evet Nazife, oğlumuzu öldürdüler… Öldürdüler onu… Gerçek bu, gerçek!”

Olayın doğruluğunu öğrendikten sonra Adnan Cemgil, Nazife Cemgil ve aile dostları Orhan İyiler, Sinan’ın cenazesini almak için uçakla İstanbul’dan Malatya’ya, oradan da bir taksi ile Gölbaşı ilçesine giderler. Emekli Albay Yılmaz Erkekoğlu, bu konuyu söyle anlatmıştır:

“İnekli köyünde 31 Mayıs 1971 tarihinde meydana gelen silahlı çatışmada ölen Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan’ın ailelerine cenazelerini alıp almayacakları seklinde Gölbaşı Cumhuriyet Savcılığı’nca tel çekilmişti. Geldiler! Teslim-Tesellüm ile ilgili evraklar imzalandı. İller arası cenaze nakil müsaade belgeleri ve diğer prosedür bitti. Dinen ve usulen baş sağlığı dilendi. Ve cenazeler sahiplerine teslim edildi. Oğlunun cenazesini teslim aldıktan sonra Adnan Cemgil, bir konuşma yaptı. Hatırlayabildiğim kadar içeriği şöyleydi: -Ben varlıklı bir aileden geliyorum. Kendim öğretmenim. Ekonomik durumum oldukça iyidir. Oğlumu en iyi şekilde yetiştirdim. En iyi okullarda okuttum. Ülkenin en güzide üniversitesi olan Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde okuyordu. Hiçbir şeye ihtiyacı yoktu. Bu sonuç olmasa yüksek mühendis çıkacak ve o da varlıklı bir hayat yaşayacaktı. Fakat o sizin iyiliğiniz için öldü. Bunu bilesiniz diye söylüyorum, dedi. Köylülere baktım. Biraz önce dikkatlice dinledikleri Adnan Hoca’nın sözü bitince, başlarını öne eğdiler.”

Sinan’ın cenazesi teslim alındıktan sonra, İstanbul’a getirilirken, yağmur yağmaktadır. Nazife Hanım, yağmur yağmaya başlayınca, “Oğlum ıslanacak” diye düşünür.

Mustafa Taylan Özgür öldürülüyor

ODTÜ Öğrenci Birliği’yle beraber İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği’ni (İÜTB) ele geçirmek amacıyla, Ankara ve İstanbul’dan devrimci gençler, kongre için çaba gösterir. İÜTB kongresi 25 Ağustos 1969 günü açılır. Fakat çıkan anlaşmazlıklar nedeniyle kongre, 13 Eylül gününe ertelenir.

İÜTB kongresinde arkadaşlarına destek olmak amacıyla ODTÜ ve Ankara Üniversitesine bağlı bir grup devrimci genç, İstanbul’a gelmeye karar verir. Mustafa Taylan Özgür, İstanbul’a gelmeden bir gün önce, Sinan Cemgil, Hüseyin İnan ve Alpaslan Özdoğan ile ODTÜ yurtlarında otururken Sinan Cemgil’in “Taylan, İstanbul’a gidiyorsun. Gel bir fotoğraf çektirelim. Bir iş olur. Hiç olmazsa hatıra kalsın” isteğiyle, dördü birden fotoğraf çektirir. Sinan’ın hanımı Şirin o sıra hamiledir. Taylan da Sinan’a “Gidip dönmemek, gelip görmemek var. Çocuğun doğduğu zaman kız da olsa, erkek de olsa ismini Taylan koy” der. Daha sonra Sinan, doğan çocuğunun ismini Taylan koyar.

ODTÜ Öğrenci Birliği Divan Başkanı Münir Ramazan Aktolga, Mustafa Taylan Özgür, Mehmet Sait Kozacıoğlu, Mustafa Yalçıner, Alpaslan Özdoğan, Halil Çelimli, Hüseyin İnan, Şükrü Işık, Tuncer Sümer, Yusuf Aslan, Fehmi Erbaş, Ruhi Koç, İlhami Aras ve Deniz Gezmiş başta olmak üzere Ankara Üniversitesi ve ODTÜ’ye bağlı bir grup devrimci öğrenci, otobüsle İstanbul’a gelir. Gelen öğrencilerin hemen hepsi silahlıdır. Ankara’dan gelen öğrenciler, ITÜ Gümüşsuyu Yurdu’nda kalır. Ankara’dan gelenler arasında çıkan bir anlaşmazlık nedeniyle Hüseyin İnan, Şükrü Işık, Yusuf Aslan, Mustafa Yalçıner, Halil Çelimli ve Alpaslan Özdoğan, Ankara’ya geri döner.

İÜTB kongresi, 23 Eylül 1969 Salı günü, İstanbul Üniversitesi Merkez binada başlar. Sağcıların adayı Atilla Kılıçoğlu, solcuların adayı Şuayip Dilmen’dir. İki grup da hazırlıklı gelmiştir. Ankara’dan gelen Mehmet Sait Kozacıoğlu, yanında Mustafa Taylan Özgür olduğu bir sırada merkez bahçede silahını çekerek bir kaç el ateş eder. Sait Kozacıoğlu polis tarafından yakalanarak gözaltına alınır. Mustafa Taylan Özgür ise polisten kaçmak isterken Beyazıt Meydanı’nda silahla vurularak öldürülür.

Taylan Özgür’ün öldürüldüğünü öğrenen devrimci öğrenciler, 23 Eylül günü akşamı ODTÜ’de toplanarak ne yapacaklarını kararlaştırır. Yusuf Aslan, arkadaşı Taylan’ı kaybetmenin üzüntüsü içinde bir şişe şarap alır ve gözyaşları içinde Mustafa Yalçıner’in yanına gider. Yalçıner ile Aslan gece, kampustan şehre iner. Sokakta rastladıkları birkaç Amerikalı subaya saldırıp döven Aslan ile Yalçıner, Tuslog binasını da kurşunladıktan sonra ODTÜ’ye geri döner.

24 Eylül 1969 Çarşamba günü sabah saat 10.00’da Atatürk Anıtı’nın önünde toplanan öğrenciler, önce İstiklal Marşını söyledikten sonra Mustafa Taylan Özgür için iki dakikalık saygı duruşunda bulunur. Bu sırada ODTÜ Rektörlük damına yerleştirilen siren 2 dakika çalınır. Atatürk Anıtı önünde toplanan kalabalığa, polis tarafından aranan Sinan Cemgil, hitap ederek şunları söyler:

“Bir devrimci kardeşimiz polis kurşunu ile kahpece öldürülmüştür. Devrimci şehitlerin matemini tutacak zamanımız yoktur. Devrimcilerin postunu ucuza satmayacağız. Gün gelecek Türkiye’nin bağımsızlığı ve kurtuluşu için gerekirse hepimiz vurulacağız. Bunlar bizi korkutmuyor, üzmüyor ancak kinimiz bileniyor. Taylan Özgür’ün ardından matem tutmayacağız, mersiyeler düzmeyeceğiz. O, 24 saatini devrime adamış bir kişiydi. Yapılacak çok işlerimiz vardır, ikinci kurtuluş savaşının ilk kurşunlanan devrimcilerinden sonra bizler de düşebiliriz, bunu korku değil varacağımız şerefli bir nokta olarak kabul ediyoruz. Taylan, Komer’in arabasını yakarak devrim için ilk kıvılcımı atmıştı. Bu kıvılcım devam ettirilecektir. Türkiye’de CIA artık bir adam temizleme kampanyası açmıştır. Yılmıyoruz, korkmuyoruz.”

Daha sonra FKF Genel Sekreteri Ruhi Koç, öğrencilere, “Mustafa Kemal Andını” yaptırır. Bir öğrencinin Atatürk Anıtı’ndaki meşaleyi yakmasından sonra törende bulunan öğrenciler dağılır. Anma töreninden sonra ODTÜ ÖB Genel Kurul Başkanlığı, Ankara Üniversitesi Öğrenci Birliği ve FKF, “Türk Halkına” başlığıyla ortaklaşa şu bildiriyi yayımlar:

“Türkiye halkının 2. milli kurtuluş savaşının en önde milli kahramanlarından devrimci kardeşimiz Mustafa Taylan Özgür dün, kahpece polis kurşunlarıyla vurularak öldü. Anisi bize önder olsun. Taylan Özgür’ün bir tek düşüncesi vardı: Devrim. O, günün 24 saatinde devrimciydi. Taylan bir tek şey için yaşıyordu: Devrim uğruna ölmek.

Taylan’ın ismi devrim tarihine geçecek, hem de 2. milli kurtuluş savaşımızın meşalesini yakan devrimci olarak geçecek. O, devrim meşalesini Vietnam celladı Komer’in arabası üzerinde ateşlemişti. Taylan Özgür, sahibi ve evlatları olduğumuz bu toprakların ulusal kurtuluşu, halkımızın özgür olması, Türkiye’mizin dünya ulusları arasında devrimci yerini alması uğruna verdiğimiz kavganın ne ilk ne de son neferidir.

Taylan Özgür gibi binlercemizin ölümü pahasına er geç emperyalizm boyunduruğu kırılacak, ülkemizi ahtapot gibi saran namussuzlar tayfası yok edilecek, Türkiye ulusal kurtuluşçuların yönetimine geçecektir.

Yaşasın halk savaşının zaferi.
Kahrolsun polisini öğrenci avına çıkaran işbirlikçi iktidar.”

ODTÜ’de durum gerginleştiği için Rektör Kemal Kurdaş, üniversite ile şehir arasındaki otobüs seferlerini iptal ettirir, ODTÜ-ÖB ile ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü’nün telefonlarını kestirir. Anma töreninden sonra ODTÜ’nün çeşitli fakülte öğrenci derneği başkanları, Ankara Üniversitesi Öğrenci Birliği İkinci Başkanı Atilla Sarp, Ankara ITIA Öğrenci Derneği Başkanı Mehmet Demir, FKF Genel Sekreteri Ruhi Koç ile FKF İstanbul Sekreteri temsilcisi, ODTÜ Öğrenci Birliği odasında toplantı yaparlar.

Toplantı sırasında, bir öğrencinin, jandarmanın, hakkında gıyabi tutuklama kararı bulunan Sinan Cemgil ile Ahmet Sina’yı yakalamak üzere, dernek binasına gelmekte olduğunu söylemesinden sonra toplantı dağıtılır, öğrenciler, arkadaşlarını, bilinmeyen bir yere kaçırır. Bu sırada İstanbul’da Mustafa Taylan Özgür’ün naaşı, arkadaşları ve ailesi tarafından morgdan alınır ve eller üzerinde TMGT’ye götürülür. Burada öğrenciler, saygı durusunda bulunduktan sonra İstiklal Marsı ile Atatürk’ün Bursa Nutku okunur. Oğlunun tabutunun başında bir konuşma yapan emekli subaylardan Hasan Özgür, şunları söyler:

“Oğlumun akan kanı Türk gençliğine helal olsun. Bir oğlum gitti fakat geride on binlerce oğlum kaldı. Temennim, bu sonuncu olsun, evladım hepinize kurban olsun.”

TMGT’deki törenden sonra üniversite öğrencilerinin oluşturduğu büyük bir konvoy ile Atatürk (Yeşilköy) Havaalanı’na getirilen cenazenin başında öğrenciler nöbet tutar. Tabut daha sonra uçağa yerleştirilir ve cenaze 17.30’da kalkan uçakla Ankara’ya gönderilir. Esenboğa Havaalanı’na giden 200 kadar öğrenci, “Katil Polis”, “Kahrolsun emperyalizm” diye bağırarak uçakla getirilen ve Türk bayrağına sarılı tabutu gece teslim alır. Özel bir ambulans ve 20 otomobillik bir kortej ile ODTÜ’ye doğru yola çıkan korteje zaman zaman polis vasıtaları da refakat eder. ODTÜ’ye gelindikten sonra cenaze, öğrenci yurtlarının bulunduğu sahada bir masanın üzerine yerleştirilir, öğrenciler, bu arada yurtlardan çıkanlarla birlikte “Kahrolsun katil polis” diye bağırır. Öğrenciler, meydanda yaktıkları ateşin çevresinde toplanarak sabaha kadar nöbet tutar.

Taylan Özgür defnediliyor

25 Eylül Perşembe günü, sabahın erken saatlerinde Münir Ramazan Aktolga ile bazı arkadaşları, Rektör Kemal Kurdaş ile bir görüşme yaparak Taylan Özgür’ün cenazesini ODTÜ bahçesine gömmek istediklerini söyler. Kurdaş, “Her öğrenci taraftar olduğu kimseleri üniversite bahçesine gömmek isterse, burası mezarlık olur” diyerek bu isteğe karşı çıkar. Rektörün karşı çıkmasına rağmen öğrenciler, ODTÜ’nün giriş kapısı ile Rektörlük binası arasında bulunan ve adına “İlim Ağacı” denen bir ağacın altına mezar kazar ve cenaze namazını kılacak imamı da buraya getirirler. Bunun üzerine Kurdaş, Çankaya İlçe Jandarma Karakolu’ndan yardım talep eder. Çankaya İlçe Jandarma Komutanı Turan Akın, Münir Ramazan Aktolga ile görüşerek cenazenin üniversite bahçesine gömülmemesi konusunda kesin emir aldıklarını ve buna mutlaka engel olacaklarını söyler. Öğrenci liderleri aralarında yaptıkları toplantı sonunda, cenazenin Asri Mezarlığa gömülmesini kabul eder.

Saat 11.00 civarında Taylan’ın cenazesi, öğrenci yurtlarının bulunduğu yerden alınarak Rektörlük binasına kadar eller üzerinde taşınır. Öğrenciler, Rektörlük binası önündeki bayrağı yarıya indirmek ister. Bunun üzerine jandarma subayları ile öğrenciler arasında tartışma çıkar. Subaylar, ODTÜ Rektörü’nün bayrağa dokunulmaması hususunda emir verdiğini söylemesi üzerine tartışma sona erer. Taylan Özgür’ün cenazesi için ODTÜ Rektörlük binasının önünde ABD Büyükelçisi Komer’in arabasının yakıldığı yerde bir tören yapılır.

Münir Ramazan Aktolga, bir otomobilin üzerine çıkarak “Taylan Özgür kardeşimiz emperyalizme karşı çıktığı için şehit düşmüştür. Şimdi sol eller havada olarak sizi bir dakikalık saygı durusuna davet ediyorum” der. Gençler, sıkılmış yumruklarını havaya kaldırarak saygı duruşunda bulunur. Daha sonra Tandoğan Meydanı’na otobüslerle gelen öğrenciler, burada Özgür’ün tabutunu omuzlarına alarak camiye kadar yürür. Cenaze törenine Tabii Senatör Suphi Karaman, Suphi Gürsoytrak, Niyazi Ağırnaslı ve Prof. Muammer Aksoy da katılır. Özgür’ün cenaze namazı Ankara Maltepe Camii’nde kılınır.

Caminin esas imamı olan İsmail Coşar, bağımsız milletvekili aday olduğu ve seçim propagandası için Çankırı’ya gittiğinden yerine bakan imam Sadık Ağaç da ancak yarım saat sonra bulunur. Saat 11.00’de başlayan tören, yürünen yolun fazlalığı ve kortejin kalabalıklığı nedeniyle tam 6 saat sürer. Taylan’ın cenazesi binlerce öğrencinin katılımıyla Asri Mezarlık’ta toprağa verilir.

İnan yakalanıyor

El- Fetih kamplarında yaptıkları yirmi günlük bir eğitimden sonra Hüseyin ve 15 arkadaşı, 1 Şubat 1970 Pazar günü, Suriye sınırından gizlice Türkiye’ye girer. Grubun bir kısmı Diyarbakır’a gelir. Hüseyin İnan, Alpaslan Özdoğan ve Mustafa Yalçıner, yanlarında getirdikleri silahları Diyarbakır surlarında bir yere gömer. Daha sonra Diyarbakır Tıp Fakültesi önünde buluşmak için anlaşılır.

Fakat Tıp Fakültesi önüne geldiklerinde fakültenin polis tarafından basılmış olduğunu gören Hüseyin, Alp ve Yalçıner, Adana’ya gitmek için Diyarbakır dışından bir benzin istasyonunda otobüse biner. Hüseyin ile Alp, yan yana koltuklara, Yalçıner tek başına oturur. Otobüs, Gaziantep yakınlarında bir yerde jandarmalar tarafından durdurularak aranır. Hüseyin ile Alp, yan yana koltuklarda oturduğu için gözaltına alınır. Yalçıner, şans eseri kurtulur ve Adana’ya gelir. Yalçıner, daha sonra Ankara’ya gider. Müfit Özdeş, Teoman Ermete ve Atilla Keskin ise Malatya’da tren garında yakalanır. Sonuçta, yakalananlardan Hüseyin İnan, Atilla Keskin, Teoman Ermete, Müfit Özdeş, Ercan Enç, Alpaslan Özüdoğru, Hamit Yakup, Ahmet Tuncer Sümer, Kadir Manga, Ali Tenk, Bahtiyar Emanet tutuklanır ve Diyarbakır Tutukevi’ne konur. Filistin’den dönenlerden Mustafa Yalçıner, Ahmet Erdoğan ve diğer 3 kişi, yakalanamaz. Fakat yakalananların Emniyet’te verdiği ifade nedeniyle Mustafa Yalçıner ile Ahmet Erdoğan, gıyabi tevkif kararı ile aranmaya başlanır.

Sinan Cemgil, Hüseyin İnan ve diğer gençler devrimci mücadelelerini dağlarda sürdürme kararı alır, gerekli malzeme 1970 Kasım ayında ODTÜ’den yola çıkar
Malatya eylem üssü oluyor

Hoca

Yetenekleri dolayısıyla Sinan, her zaman aranan birisi olmuştur. Dönüşüm dergisinin yazı kurulunda görev almış, ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü Başkanlığı yapmış, 8-9 Mart 1969 günleri Ankara’da yapılan TİP Genel Yönetim Kurulu Toplantısı’nda TİP Bilim ve Araştırma Kurulu’nun gençlik islerinden sorumlu bürosuna yönetici olarak seçilmiştir. Sinan, politik birikimi ve hitabet yeteneği açısından herkesçe kabul edilen bir isimdir. Okumaya düşkündür. Nurhak’ta dağda iken bile Mao’nun üç ciltlik, “Seçme Eserler”ini sırt çantasında taşır ve mola verdikleri yerlerde okur. TIP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar’a, üyeler ve arkadaşları, genellikle, “Hoca” diye hitap ederler. TIP üyesi Sinan da arkadaşlarına çoğunlukla “Hoca” diye hitap eder. “Hoca” lafı ODTÜ öğrencileri arasında yayılır. Özellikleri nedeniyle, Sinan’a “Hoca” lakabı takılır. Hatta Türkiye Öğretmen Sendikası (TÖS), 1968 yılı içinde: 1- Mesleki alanda olsun, halk içinde olsun örgütlenme, 2- Kapitalist düzen uygulamalarına direniş, 3- Emperyalizme ve sömürüye karşı çıkma, 4- Tam bağımsızlık fikrinin yayılması, 5- Halka dönük ve halk yararına isleyen devrimci eğitim, 6- Ve Anayasanın tam uygulanması; konularında halka, öğretmenlere, aydınlara ve öğrencilere önderlik eden ve uğradıkları baskılara, hatta fiili tecavüzlere aldırmadan etkinliklerini sürdürdükleri anlaşılan bir öğretmen ile bir öğrencinin kahraman olarak seçilmesine, bunların birer plaket ile 1000’er lira değerinde kültür yapıtı armağan edilerek mükâfatlandırılmasına karar verir. Armağana aday olarak Sinan Cemgil, Harun Karadeniz, Yusuf Küpeli, Fevzi Altuğ, Murat Cahit Koğacıoğlu, Zeki Saruhan, Timur Erkman, Halit Koçer ve İbrahim Kaypakkaya gösterilir. Bu maksatla Doç. Dr. Osman Nuri Koçtürk, Nejat Erder, Hürrem Arman, Mehmet Durukan, Demir Ünsal, Cahit Şenkol, Safa Güner’den oluşan jüri, 16 öğretmen ve 10 öğrenci aday arasından yaptığı değerlendirme sonunda eski İTÜ-ÖB Başkanı Harun Karadeniz’i, öğretmenlerden eski Malatya TÖS Şubesi başkanı H. Nedim Şahhüseyinoğlu’nu armağana layık görür. Armağanlar, 29 Haziran 1969 Pazar günü Aksaray’da bulunan TÖS binasında yapılan bir törenle kahraman seçilenlere verilir.

Sinan, bu sıra, Ankara Hukuk Fakültesi öğrencilerinden Şirin Yazıcıoğlu ile Eskişehir’de evlenir. Sinan ile Şirin’in nikâh şahitliğini SBF öğrencisi Nihat Akseymen (Raşit Yörükoğlu) ile Emine Engin yapar. Sinan ile Şirin, evlendikten sonra Sıhhiye’de bir evde yaşamaya başlar. Ev, bodrum katında olduğu için yağmur yağdığı bir dönemde evi sel basar. Bu nedenle, ODTÜ’de asistan olan Aydın Karagözoğlu’nun evinde bir süre kalır. Daha sonra, Aydın Karagözoğlu’nun evinden ayrılan Sinan’ı, mimar Gürol Gürkan otomobiliyle Aydın’a götürür.

Gizli Komünist Partisi

11 Nisan 1969 günü verilen gıyabi tutuklama kararı ile polis tarafından aranmaya başlanan Sinan, Hüseyin İnan’ın, bir grup arkadaşıyla Filistin’e gitmesinden birkaç gün sonra 13 Ekim 1969 Pazartesi gecesi Ankara’dan giden bir emniyet ekibi tarafından 14 Ekim Salı günü, eski CHP milletvekili olan ve Aydın’da avukatlık yapan, dayısı Nedim Müren’in yanında yakalanır. Hakkındaki gıyabi tutuklama kararı Aydın Savcılığı’nca vicahiye çevrilen Sinan, Ankara’ya getirilir. Sinan, Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde basın mensuplarına şu açıklamayı yapar:

“Polise mukavemet ve patlayıcı madde bulundurmaktan suçlanıyorum. Bana zabıtaca bir baskı yapılmadı. Aydın’da iken beni buldular ve Aydın’dan Afyon’a kadar bir vasıta ile geldim. Afyon’dan sonra da Emniyete ait olduğunu tahmin ettiğim siyah bir Volkswagen otomobil ile Ankara’ya getirildim. Emniyet yetkililerinin benden ifade almaya kalkışmaları üzerine, ’Sizlere sadece adımı soyadımı söylerim. İfade ancak savcılıkta alınır’ dedim ve ifade vermeyi reddettim.”

Ankara Emniyet Müdürlüğü I. Şube Müdürü Altan Ünal da Sinan’ın yakalanması hakkında şunları söyler:

“Sinan Cemgil üniversiteden ayrıldıktan sonra Aydın’da bulunan dayısının yanına gitmiş. Biz de kendisini Aydın’da, buradan gönderdiğimiz bir ekip vasıtası ile yakaladık.”

Gıyabi tutuklama kararı ile aranan Ahmet Sina da 11 Kasım 1969 günü yapılan duruşmaya giderek teslim olur. Sinan ayni dönem, “Gizli Komünist Partisi” kurdukları gerekçesiyle Ankara İkinci Ağır Ceza Mahkemesi’nde Deniz Gezmiş, Yusuf Küpeli, Münir Ramazan Aktolga, Aydin Karagözoğlu, Sema Karagözoğlu, Bingöl Erdumlu ve Mustafa Kemal Çamkıran’la birlikte yargılanır. Kısa bir süre tutuklu kalan Sinan, 24 Aralık 1969 Çarşamba günü, beş bin lira kefaletle serbest bırakılır.

Hamile olan Şirin, bu sıra doğum yaparak bir erkek çocuk dünyaya getirir. Çocuğa “Taylan” adı verilir. 1969 yılında ODTÜ’de okuyanlardan sadece Sinan değil, öğrenci hareketlerinin içinde aktif olarak yer alanlardan birçok kimse de evlenmiştir. 1 Temmuz 1969’da Mehmet Akın Atauz ile Sevil Güvezne, 1969 Ağustos ayında da Çağatay Anadol ile Aysen Besen evlenir. Çağatay Anadol ile Aysen Besen’in nikâh şahitleri Sinan Cemgil ile Atilla Keskin’dir.

Sinan’ın oğlu Taylan doğduktan kısa bir süre sonra Akın ile Sevil Atauz’un 15 Şubat 1970’te bir kız çocukları dünyaya gelir. Akın Atauz, bir çocuklarının olduğunu haber vermek için Aydınlıkevler’de iki katlı bir evin alt katında oturan arkadaşı Sinan’a gider. Sinan, Taylan’ın altını değiştirmektedir. “Sevil doğum yaptı.” “Ne oldu?” “Kızımız oldu.” Bu sırada Taylan, ağlamaya başlar. Sinan, bunun üzerine, “Bak gördün mü, kızın adını duyunca nasıl bağırıyor” der. Akın Atauz ile Sinan şaka olarak Taylan ile Ayşe Devrim’ e “beşik kertmesi” yaparlar.

Sinan, çok daha sonra, 1971 yılında bir gün, Akın Atauz’a gider. Atauzların evinde Sevil Hanım’ın Amerikan Kız Koleji’nden arkadaşı olan SBF mezunu bir misafiri vardır. Sevil Hanim, Akın Atauz ve misafirleri, “Türkiye’de emperyalizm var mı, yok mu?” tartışması yapmaktadırlar. Gece geç bir vakit evin kapısı çalındığında Akın Bey kapıyı açar ve Sinan’ı karşısında görünce çok sevinir. İçeri davet eder ama Sinan içeri girmez: “Yok, gelemeyeceğim. Arkadaşlar, dışarıda otomobilde bekliyorlar. Yarın Şirin evde olmayacak. Benim de bir isim var. Taylan’ı bırakacak bir yer yok. Getirip size bıraksam olur mu?” “Ne demek, tabii getir. Biz evdeyiz, bakarız.” “Tamam. Yarın getiririm. Teşekkür ederim” diyen Sinan, tam gidecekken geri döner ve “Ayşe Devrim nasıl, büyüdü mü? Görmem mümkün mü?” der. “Şimdi uyuyor.” “Olsun bir bakayım Ayşe Devrim’e.” Sinan, Ayşe Devrim’in uyuduğu odaya götürülür, Ayşe Devrim’e bakar, “Ne kadar büyümüş” der ve başını okşar. Daha sonra evden ayrılan Sinan’ı, Sevil ve Akın Atauz’un bu son görüşleridir.

Hasan Ataol’un dediği gibi: “THKO, bir parti gibi görevleri yazılı olarak belirlenmiş insanların oluşturduğu bir örgütlenme değildi. Hani, toplumda yasalaştırılmamış, teamülen uygulanan bazı kurallar vardır. THKO işte böyle bir şeydi. Aynı duyguları paylaşan, aynı amacı güden, birbirlerine alabildiğine güvenen, birbirlerini seven, sayan insanların oluşturduğu dar bir arkadaş grubuydu.”

Bu dar arkadaş grubunun içinde DÖB’den gelenlerin dışında THKO olarak adlandırılan hareketi oluşturanların hepsi “Türk Solu” ve “Aydınlık” gibi çevrelerin savunduğu MDD tezine olumlu bakmamış, o çevrelerden uzak durmuşlardır. TİP kökenli olan bu gençler, partiyi sonuna kadar desteklemiş, fakat parti içinde tartışmalar çıkıp hizipleşmeler başlayınca, hiçbir hizibin yanında olmayıp kendi başlarının çaresine bakmışlardır. Mihri Belli bunu şöyle dile getirmiştir:

“Hüseyin İnan’ı az tanıyordum. Bir-iki kez bizim eve gelmiş, konuşulanları dinlemekle yetinmiş, hemen hemen hiç ağzını açmamıştı. Ötekileri daha da az tanıyordum. Sinan, Adnan Cemgil’in oğluydu. Onu bebekliğinde bir kez görmüştüm. Aydınlık’ta bir-iki kez karşılaşmıştık. Pek yakınlık göstermemişti.”

Sinan, 1970 yılı sonunda, Yusuf, Mahir ve Münir tarafından oluşturulan harekete katılma konusunda yapılan öneriyi de geri çevirmiştir. Yusuf Küpeli, bu konuda şunları söylemiştir:

“1970 Ağustos ayında ben tahliye olduktan sonra Mahir, ben ve Münir, Sinan Cemgil’i evinde ziyaret ettik. Münir ve Sinan, aynı okuldan iyi arkadaş idiler. Benim de Sinan’la bir arkadaşlığım vardı. Sinan’ın Mahir ile arkadaşlıkları yoktu. Sinan’ın evine, birlikte örgütlenme teklifi yapmak için gittik. O, bizi kibarca reddetti. Böyle bir serüvene girmek istemiyordu, düşünceleri farklı idi. O günkü konuşmalarına göre, Deniz ve Hüseyin İnan grubu birlikte olması da bence olanaksızdı, ama herhalde arkadaşlık bağları nedeniyle fazla direnemedi.”

TDGF’nin Son Kongresi

“Dağcılar”, mücadelelerini dağda sürdürecekleri için bu dönem şehirde örgütlenmeye çok fazla önem vermez. TDGF Kongresi, 17 Ekim 1970 Cumartesi günü, SBF Konferans Salonu’nda baslar. Hüseyin İnan, Sinan Cemgil, Tuncer Sümer, Atilla Keskin, Mustafa Yalçıner, Ahmet Erdoğan ve Alpaslan Özdoğan, TDGF Kongresi’nin yapıldığı gün, ODTÜ’den doğruca kongrenin yapıldığı salona gelir. Erzurum Atatürk Üniversitesi delegelerinden Sadık Soysetenci, Kadir Manga, Cengiz Baltacı, Mehmet Nakiboğlu da kongreye katılanlar arasındadır. İstanbul’dan da Cihan Alptekin ve arkadaşları katılır. Deniz, kongreye katılıp oy kullanacak olan arkadaşlarına, “Ertuğrul Kürkçü’nün desteklenmesi” gerektiğini söyler. Kongrede, bazı konuşmacılar dinlenir. Konuştuğu sıra Doğu Perinçek’e saldırılar olur. “Dağcılar” Perinçek’e yapılan saldırıyı “zorbalık” olarak nitelendirirler.

Malatya, Tunceli ve Adıyaman bölgesini inceleyen ’Dağcılar’ grubu yapacakları mücadele için en uygun yerin Malatya olduğunu belirlerler. Yapılan plan gereği Sinan ile Teslim Töre, daha sonra, arabayla gece saat 12.00’de ODTÜ arazisinde söylenilen yere giderler. Malzemeler arabaya ODTÜ arazisinden yüklenir. Yükleyenler arasında Deniz de vardır. Mustafa Yalçıner ve Teslim Töre, malzeme yüklü arabayla 1970 Kasım ayında Malatya’ya hareket ederler.

Polis kulübesi silahla taranıyor

23 Aralık 1970 Çarşamba günü, Ankara Hukuk Fakültesi önünde vurulan devrimci öğrencilerden İlker Mansuroğlu, 28 Aralık 1970 Pazartesi günü akşamı tedavi edildiği hastanede ölür. Bunu duyan “Dağcılar”, tepkilerini dile getirmek amacıyla bir eylem yapmayı kararlaştırırlar. “Dağcılar”a göre, sorunu artık sağcı-solcu gençlerin çatışması olayından çıkartmak, kavganın yönünü esas hedefe çekmek gerekir. Esas hedef ise Amerikan emperyalizmidir.

Bu nedenle eylem için Amerika Büyükelçiliği seçilir. Yusuf Aslan ile Ahmet Tuncer Sümer, eylemde kullanılacak otomobili Bahçelievler Arı Sineması’nın önünden çalarak, Hüseyin İnan’a götürüp verir. Hüseyin bu eylemden sonra, Tuncer Sümer ile Semih Orcan’a haber gönderinceye kadar Besni’ye gidip beklemelerini söyler. Şubat ayına kadar Besni’de kalan Tuncer Sümer ile Semih Orcan, Ankara’dan gelen Kadir Manga ile birlikte Besni’den ayrılarak Malatya’ya gider, Güvercinlik mağarasında bulunan arkadaşlarına katılır.

29 Aralık 1970 Salı günü sabaha karşı saat 04.00 civarında otomobille ABD Sefareti önüne gelen Sinan, Deniz, Hüseyin ve Yusuf, ABD Sefareti önünde nöbet tutan polis memurları Nuri Selçuk ile Vahap Çınar’ı silahla tararlar. Otomobil daha sonra polis tarafından ODTÜ arazisinde terk edilmiş olarak bulunur.

Köfte ekmek satmaktan banka soymaya

ODTÜ’de, Toplumcu Grup adıyla hareket edenler, ilk başta üye aidatı, bağış, konser, kitap, rozet satısı gibi etkinliklerle gelir elde ederler. 1969 yılında ODTÜ Öğrenci Birliği seçimleri yapılırken çıkan çatışmalardan sonra Öğrenci Birliği yönetimini Divan Başkanı Münir Ramazan Aktolga’nın alması üzerine ODTÜ Rektörü, Öğrenci Birliği’ne yaptığı mali yardımı keser. Toplumcu Grup, bunun üzerine gelir sağlamak amacıyla yeni yöntemler bulur. Hüseyin İnan, Atilla Keskin, Yusuf Aslan, Mustafa Taylan Özgür, Tuncay Çelen, Münir Ramazan Aktolga, İrfan Uçar, Rasih Ulaş Bardakçı, Ahmet Tuncer Sümer, Müfit Özdeş, Gülay Özdeş, Gülay Kurnaz, Şule Albayraktaroğlu, Türkan Sabuncu, Canan Koç (Durusan), Sema Halli, Pınar Erdemil, ekmek arası köfte yaparak ODTÜ yurt ve kafeteryası önünde 1 liraya satarlar. ODTÜ Mimarlık Fakültesi malzeme deposundan alınan kartonlara yapılan Che Guevera, Ho Chi Minh portreleri 2.5 liraya satılır. Mimarlık Fakültesi’nde bir serigrafi tezgâhı kurulmuştur. Serigrafi tezgâhını da İstanbul’dan gelen iki kişi kurmuştur. Burada afisler, posterler yapılır. Serigrafi yapanlar arasında İbrahim Niyazioğlu, Mehmet Akın Atauz, Yusuf Aslan, Arif Sentek, Ali Artun, Pınar Erdemil, Şule Albayraktaroglu, Tuncay Çelen de vardır. Gölbaşı’nda “Çıtır” isimli bir kuruyemiş büfesi açılır. Büfeyi Rasih Ulaş Bardakçı, Mete Ertekin ve Ihsan Ata Yavuz çalıştırırlar. Yusuf Aslan da bu sırada, Mimarlık Fakültesi öğrencisi Ertuğrul Kürkçü, Koray Doğan ve diğer arkadaşlarıyla birlikte Mimarlık Fakültesi’nde “Mim Pub” denilen kantini işletir.

Sinan ve ekibi bir gerilla harekâtı için yaz stajlarını yaptıkları Doğu’da önce bir önyapı oluşturdular. Daha sonra eylem merkezi olarak Malatya dağlarını seçtiler.

‘Dağcılar’ grubu kir gerilla harekâtı için gerekli bütün malzemeyi çeşitli yerlerden sağlar, bölge haritaları da ODTÜ’den temin edilir. Artık harekât başlamıştır

İlk Amerikalı kaçırılıyor

ODTÜ’de gençlerin malzeme ve cephane alımlarına katkısı olması amacıyla işlettikleri kantinde kullanılan buzdolabını Müfit ile Gülay Özdeş evlerinden getirirler. Ertuğrul Kürkçü bu konuda şunları anlatmıştır:

“Yusuf’la da ilk kez Sinan Cemgil’in evinde karşılaştım. Çok sessiz biriydi. Beraber Mimarlık Fakültesi’nde bir kantin işletelim diye işbirliği yaptık. Çünkü gelirimiz yoktu. Sırf üç kuruş para kazanmak ve onları gerçek amaca uygun olarak biriktirmek için Yusuf, sırtında bira kasaları taşıyabilir, köfte satabilir ya da soygun yapabilirdi.”

Dağda yaşayabilmek amacıyla zorunlu ve gerekli malzemelerin sağlanacağı bir diğer yer de ODTÜ’dür. “Dağcılar”, ODTÜ Öğrenci Birliği’nin işlettiği kantin, Mimarlık ve Matematik bölümlerinin büfeleri ile ODTÜ’nün malzeme ambarlarından konserve, yiyecek, içecek maddeleri, mutfak eşyaları, giyim eşyaları alarak kamp yaptıkları bölgeye aktarırlar.

ODTÜ Spor Kulübü’nün yakasında kırmızı-beyaz çizgileri olan siyah kazaklarını “Dağcılar”ın Ankara ve İstanbul’da bulunan ekibinin hemen hepsi giyer. Ayrıca, şoförleri tehdit edilerek ODTÜ’nün otomobilleri de zaman zaman taşıma işlerinde kullanılır. Zaman zaman TİP’ten tanıdıkları arkadaşları da “Dağcılar” a yardımcı olur. Politik olarak farklı yöntemleri savunsalar da arkadaşlıkları her zaman devam etmiştir.

Çağatay Anadol, Atilla Keskin ve Hüseyin İnan’la yurtta oda arkadaşıdır. Sinan, ODTÜ ve TİP’ten arkadaşı olan Çağatay Anadol’a bir gün gider şu istekte bulunur: “Biliyorsun biz kır gerillası için hazırlık yapıyoruz. Dağda bize gerekli olan malzemeleri bazı yerlerde depoluyoruz. Bu malzemelerin Ankara’da birkaç gün kalabileceği bir yere ihtiyacımız var. Kabul edersen birkaç gün senin evine getirebilir miyiz?” “Silah saklayamam. Başka bir şey getirmek istiyorsanız getirin.”

Bir gece, sabaha karşı 03.00 gibi kapının zili çalınır. Kapıyı açan Çağatay Anadol, karşısında Hüseyin İnan ile birlikte tiftikten yapılmış papakları kafasına geçirmiş ve sadece gözleri görünen 3-4 kişi bulur. Anadol’un evine silah hariç, çuval çuval erzak, kundura tamir etmek için biz, örs, çekiç, yiyecek olarak konserveler, sağlık malzemeleri vb. bırakan “Dağcılar”, birkaç gün sonra gelip, bıraktıkları malzemeleri alırlar.

Sinan, Hüseyin ve Atilla Keskin, dağa gidecekleri zaman Çağatay Anadol’a uğrayarak, “Allahaısmarladık” derler. Çağatay Anadol, sanki bir daha hiç görüşemeyecekmiş gibi arkadaşlarına sarılır. Sinan, “Yahu sen şimdiden bize ölmüş gözüyle bakıyorsun”, “Evet. Çünkü aradığınız gibi bir köylü bulamayacaksınız. Siz, köylünün gözünde yabansınız. Köylü, asıl deneyleriyle biliyor ki, devlet çok güçlüdür ve hep ezilmemeyi öğrenmiştir. Bu nedenle ikili oynar. Siz ölmeye gidiyorsunuz.”

Hüseyin ayrıca, o dönem üsteğmen olan Alpaslan Batu’ya gider, “Biz artık kır gerillası aşamasındayız. Dağa çıkıyoruz. Senden harita ve Erzurum papağı istiyoruz” der. Alpaslan Batu, “4 tane adam dağa çıkıp silah patlattı mı bu iş olmaz. Bu işin eğitimini gördüm. Sizinle gerilla eylemlerinde yokum, ama bazı konularda yardımcı olabilirim” diye karşılık verir. Alpaslan Batu, Oltu’da olan teyzesine, “30 tane papak göndermesi” için haber gönderir. Gelen papakları Hüseyin İnan’a verir. Dağda gerekli olacak haritalar da ODTÜ Mimarlık Fakültesi deposundan alınır.

Dağda kır gerillacılığı yapmak için para ve silaha ihtiyaç vardır. Bu nedenle Ankara ve İstanbul’da birer banka soyulmuştur. Sağlanan paranın bir kısmı dağa aktarılarak bir miktar silah alınır, fakat yeterli bulunmaz. “Dağcılar” bu nedenle satış mağazası, Amerikan okulu ve bazı Amerikan kuruluşları ile malzeme depolarının bulunduğu Balgat’taki ABD üssünü basmayı kararlaştırır.

Ocak ayının sonlarına doğru Hüseyin, Yusuf, Osman Arkış, Deniz, Mustafa Yalçıner üsse giderler. O gün her taraf karla kaplıdır. “Dağcılar”, üssün girişindeki tel örgüleri kesmeye girişirler. Fakat hava çok soğuk olduğu için o gün istediklerini yapamazlar. 14 Şubat 1971 Pazar günü akşamı 202 no’lu odada bir araya gelen Hüseyin, Deniz, Sinan, Recep Sakin, Alpaslan Özdoğan, arabaları alıp buluşma yerine giderler. Balgat Amerikan üssünün yanında 7 kişi buluştuğunda, saat sabaha karşı 03.00 civarıdır. Üsse giren ekipten Hüseyin ile Yusuf, silah deposu olarak düşündükleri bir deponun kilidini demir testere ile kesmeye başlarlar. Kilidi kesen Hüseyin ile Yusuf, depodan içeri girerler. Fakat depo boya doludur. Başka bir depoda askeri malzemeler bulabiliriz amacıyla araştırma yapan “Dağcılar”, bir kulübe önünde duran Chevrolet marka, arkası açık bir kamyonete rastlarlar. Kamyonete yaklaşan Deniz ile Yusuf, silahlarını arabanın koltuğunda uyuyan bir adamın kafasına dayarlar.

Kaçırılan ABD’li er serbest bırakıldı

Diğerleri de gelirler. Yusuf, direksiyona geçer. Rehin aldıkları Teksaslı Çavuş Jimmy Ray Finley, üsdeki silah ve malzemelerin yerini söylemesi konusunda sorguya çekilir. Finley’in söylediğine göre, üsdeki silah ve malzemeler başka bir yere taşınmıştır. Bunun üzerine çavuş Finley’i de yanlarına alan “Dağcılar”, üsden ayrılmaya karar verirler. “Dağcılar” arabayla üssün kapısından çıkarken, kapıda nöbet bekleyen güvenlik görevlilerini silahlarıyla ateş yağmuruna tutarlar. “Dağcılar” arabayla ara yoldan Bahçelievler son durağa, oradan da Konya yoluna çıkarlar. Fen Lisesi civarına geldiklerinde Yusuf ile Hüseyin’in dışında herkes arabadan iner. Hüseyin ile Yusuf, Finley’in arabasını terk etmek amacıyla başka bir yöne doğru giderlerken diğer “Dağcılar”, gözü bağlı olan Finley’le ODTÜ’ye doğru yürümeye başlarlar. Hüseyin ile Yusuf, arabayı Dikmen Keklikpınar mevkiinde bir yerde şarampole yuvarladıktan sonra arkadaşlarına yetişirler.

Kara Panterler Partisi

ODTÜ yurduna getirilen Finley, gözleri bağlı olarak odadaki alt ranzaya oturtulur. Sabah olmak üzeredir. Yusuf, telsizi eline alıp, “Tarzan Mustafa, nasılsın?” diye bağırır. Akşam yurda bir otomobil getirilir. 17 saat rehin tuttukları Finley’i, cebine taksi parası koyduktan sonra gözleri bağlı olarak üniversite koridorlarından, öğrencilerin şaşkın bakışları arasından geçirerek otomobile bindiren Deniz ile Alpaslan, 15 Şubat 1971 Pazartesi günü Bahçelievler’e götürerek, saat 21.00 sıralarında serbest bırakırlar.

Deniz, Hüseyin, Yusuf, Sinan ve Mete Ertekin, 3 Mart akşamı ODTÜ’nün 201 no’lu odasında bir araya gelirler. Hüseyin, “Her şey tamam. Hareket başlıyor” dedikten sonra, 5 arkadaş, 201 no’lu odadan çıkarak, Eskişehir yoluna doğru yürümeye başlarlar. Hepsi silahlı ve parkalıdır. “Dağcılar”, 1.5 saatlik yürüyüşten sonra ABD’lileri kaçıracakları Kepekli Boğazı’ndaki NATO’ya ait Bayrak Gazinosu’nun Ahlatlıbel Elektronik Taburu olan “Tuslog Detachment 18” Üssü’nün bulunduğu yere ulaşır ve üssü ana caddeye bağlayan yolu dikenli tellerle sarılmış beton direkleri ile kapatarak beklemeye başlarlar.

Bu arada üsdeki nöbet görevini saat 24.15’te tamamlayan ABD’li erler, bir otomobille üsden ayrılarak Ankara’ya gitmek üzere hareket ederler. Otomobilin şoförü İsmail Oksak, üsden ana yola çıkmadan önce yolun direklerle kapatılmış olduğunu görür ve otomobili yavaşlatır. ABD’li erleri taşıyan otomobilin yavaşladığını gören Mete Ertekin, gizlendiği direğin arkasından fırlar ve otomobile doğru eliyle dur işareti yapar. Deniz, Hüseyin, Sinan ve Yusuf da barikatın arkasında koşarak gelir ve otomobilin çevresini kuşatırlar. Mete, otomobilin kapısını açarak, otomobildekilere İngilizce, “Aşağıya inin” diye bağırır. Bu arada şoför, biraz çekiştirdikten sonra otomobilin kapısını kapatmayı başarır. Mete bu kez, otomobilin açık olan kapik penceresinden şoförün koluna silahı dayayarak İngilizce, “Kapıyı aç ve aşağı in” diye bağırır. Şoför, böyle bir durumda şaşkınlıkla sırıtmaya başlar. Mete bu duruma sinirlenerek, şoförün yanağına silahın namlusunun ucuyla vurur ve yeniden, “Otomobilden aşağıya in” diye bağırır.

Durdurulan otomobilin içinde şoförle birlikte 5 kişi vardır. Deniz ve Yusuf, otomobilin diğer kapılarını tutarlar. İnen şoförün yerine Yusuf biner. Mete, İngilizce olarak, “Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu adına tutuklandınız. Politik mahkûm işlemi göreceksiniz. Buyruklara uyun. Yoksa kötü olur” der. Diğer 4 kişi de iner. Hiçbirisinde silah yoktur. Şoför, kendisine bir şey yapılmaması için: “- Abi bana bir şey yapmayın, ben Türküm” der. Şoförü de ABD’li sanan 5 arkadaş,

“- Baştan söylesene Türk olduğunu”
“- Biliyorsunuz sandım”,
“- Nereden bilelim”,
“- Ne yapacaksınız bana?”,
“- Ne yapacağız? Bırakacağız.”

Fakat esas şaşkınlık, 4 general olarak istihbaratı gelen askerlerin 4 er çıkmasıdır.

ODTÜ’deki çatışmada 3 kişi ölür

Hükümet, ODTÜ’nün aranmasına karar verir. ODTÜ’nün aranacağı daha önceden öğrenilir. Çünkü 4 Mart gecesi polis telsizinden, ODTÜ’nün aranacağı hakkında yapılan konuşmalar, radyo dinleyenler tarafından olduğu gibi duyulur. Emniyet kuvvetleri, 5 Mart 1971 Cuma günü sabahı ODTÜ’yü sarar. Hüseyin bu sırada ODTÜ’dedir. Hüseyin’in yakalanmaması için çareler aranır. Sonunda Tayfun Cinemre, motosikletle Hüseyin’i ODTÜ’nün ön kapısından çıkarır. Çatışmalardan sonra gözaltına alınan öğrenciler arasında bulunan Kor Kocalak da Hasan Ataol’a ait sivil kimlik kartıyla kurtulur. 9.5 saat süren çatışma sonunda Erdal Sever isimli öğrenci, Mevlüt Meriç isimli asker ve Aziz Yaltan isimli aşçı ölür.

THKO’nun Ankara ekibi bu eylemleri gerçekleştirirken, THKO’nun İstanbul ekibi de bir dizi eylem gerçekleştirir. Bunlardan en önemlileri THKO’nun ekonomik ve silah gereksinimini karşılayacak eylemlerin yapılmasıdır.

İstanbul THKO ekibinin, ekonomik gereksinimi karşılamak için yaptıkları ilk eylem, Gümüşsuyu’nda bulunan Philips Anonim Şirketi’ni tehdit ederek para almaktır. Bunun için, şirket merkezi öğrenciler tarafından taşlanır, dinamit, silah atılarak tahrip ve tehdit edilir. Şirket yöneticileriyle görüşen İstanbul THKO ekibi, bu saldırıların, ancak belli bir miktarda para verilmesi karşılığında durabileceğini söyler. Bunun üzerine şirket yöneticileri, İstanbul THKO ekibine 10.000 lira verirler.

THKO ekibi, ekonomik gereksinimlerini karşılamak amacıyla, Cihan Alptekin, Alpaslan Özdoğan, Yavuz Yıldırımtürk, Nahit Tören, Taşkın Tanman, İbrahim Öztaş, 5 Mart 1971 günü, Akbank Selamiçeşme Şubesi’ni soyarak 8.500 lira; Cihan Alptekin, Nahit Tören, Oktay Kaynak ve İbrahim Öztaş, 19 Nisan 1971 günü İş Bankası Gaziosmanpaşa Şubesi’ni soyarak 23.630 lira; Ömer Ayna, Oktay Kaynak, Zerruh Vakıfahmetoğlu ve Avni Gökoğlu, 3 Mayıs 1971 Pazartesi günü Ziraat Bankası Unkapanı Şubesi’ni soyarak 57.000 lira alırlar. Ziraat Bankası Unkapanı Şubesi soygununda bazı aksilikler olur. Soygun sırasında bankanın odacısı Tahsin Yaman öldürülür, soyguna katılanlardan Ömer Ayna silahıyla birlikte yakalanır.

İstanbul THKO ekibinin ekonomik gereksinimlerini karşılamak için yaptıkları bir diğer eylem ise toplumda çok değişik tepkilere yol açar. İstanbul THKO ekibi, Dr. Rahmi Duman’ın köşküne sürekli giden bir kız arkadaşlarından “Köşkte büyük miktarda nakit para bulunmaktadır” diye bilgi alır. Bu bilgiyi değerlendiren İstanbul THKO ekibi, Bakırköy, İncirli’de bulunan “Duman Ruh ve Sinir Hastalıkları Kliniği” sahibi Dr. Rahmi Duman’ın Bakırköy İncirli’deki köşkünü soymaya karar verir. THKO ekibinden Ömer Ayna, Nahit Tören, Zerruh Vakıfahmetoğlu, Avni Gökoğlu ve İbrahim Öztaş, 15 Nisan 1971 Perşembe günü, Dr. Rahmi Duman’ın köşküne giderler. Köşke giden THKO ekibi, Dr. Rahmi Duman’ın evde olmadığını görür. Köşkte bulunanlar bağlanır. Fakat bağlananlardan birisi bağını çözüp kaçarak, polis karakoluna gider ve olayı anlatır.

Hakan Duman kaçırılıyor

Polis ekibinin köşke geldiğini gören THKO ekibi, ani bir karar verir ve Dr. Rahmi Duman’ın Saint Georg Avusturya Lisesi’nde okuyan 3. sınıf öğrencisi 15 yaşındaki oğlu Hakan Duman’ı yanlarına rehin alarak evden ayrılır. Hakan Duman, Erol Tulpar’ın Okmeydanı’ndaki evine götürülür. Rehin tutulduğu süre içinde, vakit geçirmesi amacıyla Hakan Duman’a Che Guevara’nın “Gerilla Günlüğü” , Ostrovski’nin “Ve Çeliğe Su Verildi” kitapları verilir. Bu arada gazetelerin, “Küçük bir çocuk kaçırıldı” diye sürekli manşet atıp, polisin Hakan Duman’ı aradığı bir sırada THKO ekibi, Hakan’ın canı sıkılmasın diye yazlık sinemaya film seyretmeye götürür. Hakan 15 yaşında olmasına rağmen yaşıtlarına göre fizik olarak gelişkin ve 1.75 boyunda birisidir.

Duman ailesi, istenen fidyeyi vermeyi kabul eder. Bu nedenle, Ali Aydın Çığ, Dr. Rahmi Duman ailesinin dostu ve muayenehanesinde çalışan Dr. Vecihi Demiral’la Nişantaşı’nda 18 Nisan 1971 Pazar günü buluşarak istenilen 250.000 liralık fidyeyi alır. Üç gün rehin tutulan Hakan Duman, fidye alin diktan bir süre sonra serbest bırakılır. Elde edilen bu paraların bir kısmını Atilla Keskin ile Alpaslan Özdoğan, Malatya’dan İstanbul’a iki kere gelerek bir defasında 150.000 lira, bir defasında da 35.000 lira parayı dağdaki kamplarına götürür.

Mersin’de buluşan Ataol, Keskin ve Özdoğan daha sonra Adana’ya geçerler. Eşyaları Ataol’dan alan Keskin ile Özdoğan, Nurhak’a giderken, Ataol da Ankara’ya geri döner.

12 Mart muhtırasıyla gelen sağ bir darbede silahın kendilerine döneceğini bilen Sinan’lar ve Deniz’ler Ankara’yı terk ederler

Deniz ve Yusuf yakalanıyor

Dört ABD’liyi Amaç Apartmanı’nda serbest bıraktıktan sonra Sinan, Deniz, Yusuf, Emek’teki eve gelir. Orada bir gece kalan Sinan, Deniz ve Yusuf, daha sonra, Koç Yurdu’nun arkasında bulunan Barınak Oteli’nin yanındaki bir eve gelir. 12 Mart Muhtırası verilir bu sıra. Hüseyin İnan’ın değerlendirmesi şöyledir: “Gelen sağ bir darbedir. Amaçları bizi ezmektir.” Aramalar yoğunlaşmıştır. Gazetelerde sürekli fotoğrafları yer almakta, radyodan sürekli olarak arandıklarına dair haberler verilmektedir. Barınabilecekleri ev kalmamıştır. Bir an önce Ankara’dan çıkarak Malatya’da bulunan arkadaşlarının yanına gitmeye karar verirler.

Hüseyin İnan’ın bir süre daha Ankara’da kalması kararı alan THKO ekibi, silahlarını ve malzemelerini yanlarına alır. Tayfun ile Sinan, Cinemre’nin beyaz, Yusuf ile Deniz, Ahmet Tuncer Sümer’in kırmızı motorsikletiyle, 15 Mart günü gecesi saat 18.00’de ayrı ayrı yola çıkar. Arkadaşlarıyla Malatya’da buluşmak üzere Sarıkaya ilçesinden sağlam motosikletle ayrılan Deniz ile Yusuf, Sivas yolu ile Malatya’ya giderken Şarkışla ilçesinde 16 Mart 1971 Salı günü gece yarısı yakalanır.

‘Erikler Çiçek Açtığı Zaman’

Tayfun Cinemre, yöreyi bilen Kadir Manga ile daha önce kararlaştırılan mezra evine gider. Arkadaşları da oradadır. Yemek yedikten sonra evden ayrılan ekip, gece yarısı, konaklayacakları Ilıcak Mağarası’na doğru yola çıkar. Her taraf göz gözü görmez zifiri karanlıktır. Birbirlerini kaybetmemek için herkesin tuttuğu bir ip yardımıyla yollarına devam ederler. Sonuçta mağaraya varılır. Yorgun oldukları için herkes bir tarafa yığılır.

Tayfun Cinemre, Deniz ile Yusuf’un kullandığı motosiklet kendinin olduğu ve artık ismi açığa çıktığı için ismi deşifre olmamış Metin Güngörmüş’ün kimliğini yanına alır. Mehmet Nakipoğlu, Cinemre’yi Malatya-Ankara yoluna kadar götürür, orada birikir ve geri döner. Cinemre, Malatya-Ankara yolunda bir arabaya binerek Ankara’ya gider.

Ankara’da Hüseyin İnan’la buluşan Tayfun Cinemre, Hüseyin İnan’a arkadaşlarının kendisini nerede bekleyeceklerini söyler. Dağda bulunanlar, Hüseyin İnan’ı getirmesi için Mehmet Nakiboğlu’nu Ankara’ya gönderir. Hüseyin İnan, çok sevdiği bir söz olan, “Erikler çiçek açtığı zaman” sözüne uygun bir zamanda, dağa çıkmak amacıyla Mehmet Nakiboğlu ile Ankara’dan ayrılmaya karar verir. Bir sorun çıkmaması için Hüseyin ile Nakiboğlu, ilk önce, Gölbaşı çıkısında arkadaşlarının getireceği otomobili bekleyeceklerdir. Haymana yol güzergâhında Mogan Gölü kıyısında bekleyen Hüseyin ile Nakiboğlu, arkadaşının getirdiği otomobile binerek Ankara’dan ayrılır.

İnan ile Nakiboğlu, 23 Mart 1971 Salı günü sabahı saat 03.30 sıralarında Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesine varır. Hüseyin ile Nakiboğlu, biraz dinlenip, sonra da yollarına devam etmek için Hüseyin İnan’ın dayısı Kemal Kalaycı’nın evine gitmeye karar verir.

‘Mücadelemi yaptım ve buraya kadar geldim’

Hüseyin İnan’ın uğrayabileceği düşüncesiyle güvenlik kuvvetleri, Pınarbaşı ile Pınarbaşı’na bağlı Yaşlıpınar köyünü abluka altına almıştır. Yaşlıpınar köyünde İnan ailesinin tanıdığı Mehmet Bayrak ve oğulları vardır. Hüseyin, hem akraba evi olan hem de ortaokulu okuduğu dönemlerde kaldığı eve gidip biraz dinlenecek ve biraz yemek yiyecektir.

Sabaha karşı dedesinin kapısını çalar. Kapıyı dedesi Hacı Kalaycı açar, Hüseyin ve arkadaşını içeri buyur eder. Hacı Kalaycı’nın hanımı Zeliha Hanım, Hüseyin ve arkadaşına, hemen bir kahvaltı hazırlar. Hüseyin ile Nakiboğlu, kahvaltıyı yaptıktan sonra, biraz dinlenmek için uyumaya hazırlanır.

Kemal Kalaycı, evinin bitişiğinde evi olan damadı Hüseyin Sarıbaş’ın yanına gider, “Hüseyin bizim evde. Bir de arkadaşı var yanında. Eğer onları evde yakalarlarsa veyahut da bizim evde olduğu haberini alırlarsa mahalleli bundan zarar görür. Ne yapayım, bana bir fikir ver” der. Sarıbaş “En iyisi teslim olmasıdır. Ben gider karakol kumandanı ve kaymakam ile konuşurum. Bu işi olaysız hallederiz” dedikten sonra karakola gider ve “Hüseyin İnan, dedesi Hacı Kalaycı’nın evinde” diyerek, haber verir. Karakol kumandanı “Elimizdeki ekibin büyük çoğunluğu Yassıpınar’a gitti. Elimizde yeterince güç yok” deyince. Sarıbaş “Sadece iki kişiler. Kimsenin burnu kanamadan onları biz size teslim edeceğiz” der.

Güvenlik kuvvetleri, Hacı Kalaycı’nın evini ablukaya alır ve Hüseyin İnan ile Mehmet Nakipoğlu’na, “Teslim ol” çağrısı yapar. Dedesi Hacı Kalaycı, Hüseyin’e “Hüseyin, ev sarıldı. Kimsenin cani yanmadan teslim ol” der ve Hüseyin’in yastık altına koyduğu bir tabancayı alır. Aralarında şu konuşma geçer:

“Dede, sen aradan çekil. Ben, çemberi yarar kurtulurum.”

“Hayır, Hüseyin. Sadece beni düşünme. Mahalleliyi de düşün. Eğer sen teslim olmazsan hem bizim aile hem de mahalleli zan altına girer. Gel, teslim ol.”

“Sen karışma dede! Kimseye bir şey olmaz. Ben, kurulan çemberi yarar çıkarım.”

“Sen bu çemberden kurtulamazsın. Teslim olmazsan hakkımı helal etmem.”

Hüseyin, ortaokulu okurken üç yılını dedesi Hacı Kalaycı ile dayıları Kemal, Kamil ve Aziz Kalaycı’nın yanında geçirmiştir. Üzerinde çok emeği vardır. Hüseyin’in dedesi fakir bir ailedir. Aile, geçimini at arabası ile yaptığı taşımacılıkla yapmaktadır. Sonunda Hüseyin, teslim olmaya karar verir. İnan ve Nakiboğlu, sabaha karşı saat 04.30’da jandarmaya teslim olur.

Kayseri’ye götürülen Hüseyin İnan, burada, maksat ve gayeleri hakkında şunları söyler:

“Biz, bağımsız Türkiye ideali için mücadele ediyoruz. Bunu sağlayıp başta Amerikan emperyalizmi olmak üzere, ülkemizi sömürenleri kovduktan sonra, sosyalist Türkiye’yi kuracağız. Ve dağıtıma önce babamın mal varlığından başlayacağım. Ben mücadelemi yaptım ve buraya kadar geldim. Bundan sonra da devam edeceğim. Suçlarım sabittir, gizlemiyorum. Verilecek cezayı çekmeye hazırım.”

Hüseyin İnan ve Mehmet Nakiboğlu, aynı gün Ankara’ya getirilerek, Jandarma Komutanlığı’na teslim edilir.

THKO’nun lider kadrosundan Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in yakalanmasından sonra geride sadece Sinan kalmıştır.

Gelişmeleri öğrenmek, Ankara’da ve diğer bölgelerde bulunan arkadaşlarını dağa götürmek amacıyla Mustafa Yalçıner, Ankara’ya gider. Yalçıner, 2 Nisan 1971 Cuma günü, Hasan Ataol, Mehmet Asal, Fevzi Bal, Osman Bahadır, Metin Yıldırımtürk ve Ercan Öztürk’le trene binerek Ankara’dan yola çıkar. Tren, Akçadağ’a yaklaştığı zaman Yalçıner ve arkadaşları, istasyonda herhangi bir sorunla karşılaşmamak için trenden atlar. Yalçıner ve arkadaşları, trenden atladıktan sonra yürüyerek Mustafa Göçmen’in evine varır. Bu sırada Hasan Ataol hastalandığı için Ankara’ya geri gönderilirken diğer grup, dağdaki arkadaşlarının yanına gider.

Şehirden yeni kadroların gelmesiyle dağdaki kadroların sayısı ve gücü artmıştır. Fakat dağdaki yaşama uyum sağlamak üniversite kampüslerinden gelenler için kolay değildir. Bu nedenle zaman zaman aksilikler çıkar.

Cengiz Baltacı ile Metin Yıldırımtürk’ün Arap (Sarıkaya) Mağarası’nda sakladıkları bir Alman filintası, bir bez kolonluk kırk fişek ve bir gözü ayarsız dürbün, İkinciler köyünden Nesim Laçin, Ali Gülbıdak, Musa Arı ve Ali Aktaş isimli çocuklar tarafından bulunur. Çocuklar, mağarada buldukları silah ve malzemeyi P.T.T.’nin İkinciler köyündeki radyolink istasyonunda bekçilik yapan Hasan Bektaş’a teslim eder.

Mağaradaki silah ve malzemeyi almaya gelen THKO ekibi, malzemelerin yerinde olmadığını görür. Mağaranın civarında İkinciler köyü ile Bölüklü köyü bulunmaktadır. Hacı Tonak İkinciler, Mustafa Çubuk Bölüklü köyündendir. Yapılan soruşturma sonunda silah ve malzemenin İkizler radyolink istasyonunda olduğu öğrenilir. Silah ve malzemeleri geri almak için Sinan, Hacı Tonak, Mustafa Yalçıner ve Cengiz Baltacı, 24 Nisan 1971 Cumartesi günü akşama doğru radyolink istasyonuna gelir.

İstasyonun bekçilerinden Hasan Aktaş ile Ali Laçin, istasyonun bahçesindeki ağaçları sulamaktadır. Hacı Tonak, silahıyla bekçilerin yanına gelerek “Bulunup size getirilen silahlar sizde imiş, onları bana verin, vermezseniz iyi olmaz, burayı havaya uçururuz, devletin milli serveti de heba olur” der. Bu arada Sinan ve iki arkadaşı da silahlarını bekçilere doğrultmuşlardır. Dürbün, bekçi Ali Laçin’in küçük oğlunun boynunda asılıdır. Sinan, boynundaki bozuk dürbünü çocuğa verir, Cengiz Baltacı’nın getirdiği biraz daha iyi dürbünü alır, boynuna takar. Malzemeler ve silah alındıktan sonra Sinan, İkinciler köyünden olan Hacı Tonak’a, “Sen bunların evlerini biliyorsun. İhbar ederlerse cezalarını veririz” der. Hacı Tonak da bu ihtarı tasdik eder.

Dağdaki erzakları taşımak için Sinan, Tuncer Sümer’e, “Bir katır satın al, getir” der. Tuncer Sümer, gider bir katır satın alır, kampa getirir. Metin Yıldırımtürk, katıra, “Nazmiye” ismini takar.

Şoför Karaali Boran Olayı

Dağdaki THKO ekibi, Elbistan ilçesi Nurhak bucağı Egen geçidinde kamp kurmuştur. Kamp kurulan geçidin hemen güneyinde Kullartatlar köyü vardır. Erzak almak için Kullartatlar köyüne gidilerek köyün bakkalından alışveriş yapılır. Kullartatlar köyü bakkalı Hasan Koçak, erzak alanlardan şüphelendiği için muhtara haber verir. Köyün muhtarı da 22 Mayıs 1971 Cumartesi günü, Elbistan ilçesi Jandarma komutanına olayı bildirir. Tuncer Sümer ile Fevzi Bal, erzakları Malatya’dan Doğanşehir’e götürebilmek için 23 Mayıs 1971 Pazar günü Karaali Boran’a ait cipi kiralar. Ciple birlikte Kullartatlar köyünün güneyindeki Sırıklı Yaylası’nın çıkış başına kadar gelinir. Tuncer Sümer, erzakın taşınması için arkadaşlarına haber verir. Mustafa Yalçıner ve üç arkadaşı erzakı almak için cipin yanına gelir. Erzak taşınırken Fevzi Bal, cip ile şoförün başındadır. Bu arada, bir kır bekçisi ile dört avcı, cipin bulunduğu yere doğru yaklaşırken cipin şoförü Karaali Boran, “Allahını seven bana yardım etsin” diye bağırır. Kır bekçisi, bir el ateş eder. Fevzi Bal, kendini yere atar. Bu fırsattan yararlanan şoför Karaali Boran, cipine atlayarak Kapıdere istikametine doğru hızla yol alır. Şoför Karaali Boran, daha sonra, olayı Gölbaşı İlçesi Jandarma Komutanına anlatır.

Elrom ile İbrahim Öztaş öldürülüyor

Atilla Keskin, bu sırada, Malatya’daki dağ karargâhından ayrılarak, ilk önce Ankara’ya gelir. Daha sonra, İstanbul’a gider. Bu sırada, Hasan Ataol ile İsmail Tayfun Cinemre, Ankara’da bir motosiklet çalar. Tayfun Cinemre ile Fevzi Alkan, motosikletle, Hasan Ataol, Gülay Özdeş, Türkân Sabuncu da trenle, 15 Mayıs 1971 Cumartesi günü İstanbul’a gelir. Gülay Özdeş, Türkân Sabuncu, Atilla Keskin, Tayfun Cinemre, İstanbul Şenlikköy’de Kadri Çağlı’nın akrabasının evinde, Hasan Ataol da Emirgan’da ablası Lütfiye Hanım’ın evinde kalır.

17 Mayıs 1971 Pazartesi günü, Israil başkonsolosu Ephraim Elrom, THKP-C’liler tarafından kaçırılır. Elrom’u THKO’lular da kaçırmak istemişlerdir. Nahit Töre, bu konuda özetle şöyle demiştir:

“Atilla Keskin’in doktor olan ağabeyinin otomobilini bu istihbarat işlerinde kullandık. Elrom hakkında bazı bilgileri İstanbul Tıp Fakültesi’nde okuyan Suriyeli bir öğrenci hem bize hem de THKP-C’lilere veriyordu. Fakat THKP-C’liler daha erken davrandı.”

Münir Ramazan Aktolga, bu konuda şunları anlatmıştır:

“Elrom’u kaçırmayı THKO’cular çoktandır düşünüyorlarmış ve bu konuda epey araştırma da yapmışlar. Bizim Ankara’dan hiçbir şey yapılmasın dememiz üzerine, İstanbul’daki Mahir’lerin durumunu bu biraz etkiliyor sanıyorum. Daha sonra Elrom kaçırılınca ilk anda belirli isimler ilan edildi. Bu isimler içeresinde Cihan Alptekin’in arkadaşlarının da isimleri vardır.”

“Sinan Cemgil’ler Nurhak Dağlarında radyodan Elrom’un kaçırıldığını duyunca Kürecik’teki Radar Üssüne Amerikalıları kaçırmaya gidiyorlarmış ve Elrom’un kaçırılması işi bir parola imiş. Yani, Elrom kaçırılınca dağdakiler de orada bulunan Amerikalıları teslim alacaklar, böylece, hareket bütünleşecekmiş. Bunu bizzat dağda olayları yaşayan Fevzi Bal, Ertuğrul Kürkçü’ye anlatmış.”

Elrom’u bulmak amacıyla İstanbul’da bütün ev ve işyerleri Emniyet güçleri tarafından 22 Mayıs 1971 Cumartesi günü aranır. Bu aramada, Nahit Töre, Ali Aydin Çığ, Cemal Alpaslan Ertuğ ve İbrahim Öztaş, Nigar Sancak’ın Beyoğlu, Tünel’de bulunan kapısına dışarıdan kilit vurulmuş dershanesinde saklanır.

Cezaevlerinde bulunan devrimci tutukluların serbest bırakılması için kaçırıldığı söylenen Elrom, bu aramada ölü olarak bulunur. THKO militanlarından İbrahim Öztaş ise İzmir’de güvenlik kuvvetleriyle girdiği çatışma sonrasında öldürülür.

Bu sırada, Ankara ve İstanbul’dan gerilla savaşı yapmak üzere dağa çıkmak amacıyla yola çıkanlar yakalanır. Ankara’dan yola çıkan Fahri Doğu, Ömer Balköse, Şeref Gürle, Mustafa Uslu ve Erkan Ertan, Tokat’a bağlı Erbaa ilçesinin Kozlu bucağına bağlı Fındıcak köyüne 2 km uzaklıktaki orman içinde silahlarıyla birlikte, 23 Mayıs 1972 Pazar günü yakalanır.

Deniz Gezmiş ile Yusuf Aslan, Sivas yolu ile Malatya’ya giderken Şarkışla ilçesinde 16 Mart 1971 Salı günü gece yarısı yakalanır.

Sinan Cemgil’den İbrahim Kaypakkaya’ya, Yusuf Aslan’dan Deniz Gezmiş’e uzanan yolculuk bir şafak vakti sona erer. Jandarmalarla çatışan grupta önce Kadir Manga, daha sonra Alp ve Sinan can verir

Nurhak Dağları’nda Susan Silah

Jandarma ve köylülerin açtığı ateş sonunda ilk Kadir Manga vurulur. Göğsünden vurulan Kadir, yarım dakika sonra ölür. Ölümler pes pese gelir. Kadir’in arkasından iki-üç kurşun yarası alan Alp, hemen can verir. Bacağı ve omuzu kanayan Sinan, yarı ayakta, kuru bir ağacın arkasında siper almıştır. Otomatik silahıyla kesik kesik etrafı tarar. Bir süre sonra Sinan’la birlikte silahı da susar.

İsmail Tayfun Cinemre ile Cihan Alptekin, Elrom olayından sonra, Adıyaman civarında bulunan arkadaşlarıyla buluşmak üzere İstanbul’dan ayrılmaya karar verir. Şenlikköy’de aynı bahçe içindeki evlerin birinde Kadir Çağlı ile Zeki Tekeş, diğerinde ise THKO’nun bazı kadroları oturmaktadır. Cihan Alptekin, İstanbul’dan ayrılacağı zaman, kapı komşuları Zeki Tekeş’le de vedalaşır. Cihan, veda sırasında Zeki Tekeş’e, “Arkadaş, size ancak 24 saatlik bir teminat verebiliyorum. Bir aksilik olur enselenirsem 24 saat dayanacağım ve konuşmayacağım. 24 saatten sonra kimse bana güvenmesin” der.

Cihan ile Tayfun Cinemre, motosikletle 31 Mayıs 1971 Pazartesi günü İstanbul’dan yola çıkar. Cinemre ile Alptekin, dikkati çekmemek amacıyla Tekirdağ, Çanakkale üzerinden Adıyaman civarında bulunan arkadaşlarının yanına gideceklerdir. Fakat Alptekin ile Cinemre, Tekirdağ’a 7 kilometre uzaklıktaki Değirmenalti mevkiinde Emniyet güçleri tarafından durdurularak kimlik tespiti yapılır. Cihan, YSE teknisyenlerinden Ali Erkinel’e, Tayfun Cinemre, Metin Güngörmüş’e ait kimlik kartlarını Emniyet mensuplarına gösterir. Emniyet mensupları, Cihan ve Tayfun’dan, bu kez, nüfus cüzdanlarını ister. Bunun üzerine Cinemre ile Alptekin, motosiklete binerek Hayrabolu civarına kaçmaya çalışır. Asker, polis ve çevre halkı tarafından takip edilen Tayfun ile Cihan, kısa bir süre sonra yakalanır.

Ekip, ikiye ayrılıyor

Cihan ile Tayfun, İstanbul’dan ayrılmayı düşündüğü günlerde, dağdaki ekip de eleştiri-özeleştiri yapmak amacıyla, iki gün süren toplantı yapar. 25 Mayıs 1971 Pazartesi günü yapılan toplantıda, şoför Karaali Boran olayı nedeniyle Tuncer Sümer, suçlu görülür ve cezalandırılır. Verilen cezaya göre Tuncer Sümer’in ekip komutanlığı sorumlulukları alınır. Yerine Ahmet Erdoğan getirilir. Dağdaki yeni komuta şöyle oluşturulur: Sinan Cemgil, Mustafa Yalçıner, Alpaslan Özdoğan ve Ahmet Erdoğan.

26 Mayıs 1971 Salı günü de yeni seçilen komutanlar toplanır. Toplantıda, iki eylem kararı alınır: Birincisi Kürecik’te bulunan radar üssünün basılması, ikincisi: Gaziantep’ten Adıyaman’a para taşıyan arabanın soyulması. Bu eylemleri yapmak için Sinan Cemgil’in başkanlığında sekiz kişilik bir ekip oluşturulur. Diğer ekibin sorumluluğu Osman Arkış, Ercan Öztürk ve Semih Orcan’a verilir. Binboğalar’a gidecek bu gruba, hangi köylerde, kimlerle buluşulacak hepsi anlatılır. Karara göre, Karahan gediğindeki radarda kaç tane Amerikalı subayın olduğu tespiti yapılacak ve onlar kaçırılarak karşılığında Deniz, Hüseyin, Yusuf ve diğer tutuklu arkadaşları istenecektir.

Tuncer Sümer’e, Gaziantep Merkez Bankası’ndan Adıyaman’a para taşıyan arabanın Gölbaşı’ndan geçtiği gün ve saatinin istihbaratını yapma görevi verilir. Tuncer Sümer, bu istihbaratı yapmak için Besnili Hasan Dalkılıç’ı görevlendirir. Teslim Töre’ye, hem Maraş’a kadar uzanan dağ eteklerindeki köylerle ilişki kurması, hem de Karahan gediğindeki Amerikan radarının keşfinin yapılması görevi verilir.

Sinan, Alpaslan Özdoğan, Mustafa Yalçıner ve Ahmet Erdoğan, yeniden toplanır. Toplantıda yapılan konuşmalardan sonra Tuncer Sümer’e komutan sorumluluğunun yeniden verilmesi kararlaştırılır. Sinan, Teslim Töre ve Osman Arkış, alınan kararı gider Tuncer Sümer’e anlatır ve Binboğa’ya gidecek ekibin başına tekrar komutan yapıldığı söylenir. Tuncer Sümer’le buluşulan yerde yeni bir toplantı daha yapılır. Toplantıdan sonra dağda bulunanlar, daha sonra, buluşmak üzere ikiye ayrılır. Sinan’ın liderliğindeki ekipte Sinan Cemgil, Mustafa Yalçıner, Alpaslan Özdoğan, Ahmet Erdoğan, Kadir Manga, Hacı Tonak, Metin Güngörmüş vardır. Bu ekibin amacı, Akçadağ-Kürecik Karahan gediğindeki Amerikan tesislerini ele geçirerek, içerde bulunanları Deniz’lere karşılık olarak rehin almaktır. Tuncer Sümer liderliğindeki ekipte ise Tuncer Sümer, Osman Bahadır, Metin Yıldırımtürk, Mehmet Asal, Semih Orcan, Yusuf Aslan (Elazığlı), Hüseyin Cemal Özdoğan, Sadik Soysetenci, Cengiz Baltacı, Fevzi Bal, Osman Arkış, Recep Sakin, Ercan Öztürk, Mustafa Çubuk, Âdem Topal vardır. Bu grubun amacı, banka parası nakleden bir aracı Malatya- Adıyaman karayolunda pusu kurarak soymaktır.

THKO ekibinin Malatya ve Adıyaman çevresinde oldukları hakkında resmi görevlilere ihbarlar gelmektedir. Kahramanmaraş Valisi Adil Aktan, 26 Mayıs 1971 Çarşamba günü şu açıklamayı yapar:

“Elbistan’ın Nurhak Bucağı çevresindeki Nurhak Daği civarında avlanan avcılar, asker elbisesi giymiş bazı gençlerin kırlarda dolaştıklarını görmüş ve ilgilileri haberdar etmişlerdir. Yapılan ihbarlar üzerine gerekli incelemelerde bulunulmaktadır.”

THKO ekibinin iki gruba ayrılmasından sonra yaşanan olayları, operasyonlara katılan Emekli Jandarma Kıdemli Albay Yılmaz Erkekoğlu, şöyle anlatmıştır:

“29 Mayıs 1971 günü saat 21.00’de Sinan Cemgil grubu, eylem bölgesine gitmek üzere ayrılır. Ayrılış çok hüzünlü olur. Herkes birbirine içten duygularla sarılırlar. Zor koşulların yarattığı ufak kırgınlıklar yerini gözyaşlarına terk eder. Çıktıkları yolculuğun sonunu biliyor gibi davranışları vardır. Üzüntü ve donukluk bütün güçlerini alıp götürür. Dilleri sanki kilitlenmiş, beyinleri durmuş gibidir. Konuşacak kelime ve konu bulmakta güçlük çekerler. Tekrar buluşma umutları çok zayıftır. Ayrılanların arkasından geride kalan grup, onlar gözden kaybolana kadar yaşlı gözler ile arkalarından bakarlar.

“Sinan Cemgil grubu, yapılan plana göre Haydarlı tren istasyonuna kadar yaya gidecekler, oradan trene binerek Akçadağ istasyonuna ineceklerdir. Birinci aşamadaki bölgenin yabancısıdırlar. Ellerinde bölgenin genel durumunu gösterir harita da yoktur. Eylemin başlangıç zorluğu buradan başlamaktadır. Önce araziyi keşfedecekler, sonra yürüyecekler, daha sonra tekrar keşfedeceklerdir. Bu amaçla Hacı Tonak’ı mahalli köylü kılığına sokarlar ve gruba kılavuzluk görevi verirler. Hacı Tonak zaten köy kökenli kavruk bir Anadolu çocuğudur. Göreceği işlevin yabancısı değildir. Arkalarında yalnız sırt çantaları vardır. Bütün lüzumsuz eşyaları gömmüşlerdir. Yüklerin azlığı ve yalçın arazinin Gölbaşı ovasına doğru devamlı alçalışı intikali kolaylaştırır. Fakat önlerine tekrar yüksek bir silsile çıkar. Bu İnekli Dağı’dır. Zirvelere yönelmektense çatak ve dere yatakları tercih edilir. Onlar da öyle yaparlar. Bir dere yatağını seçerler. Dere yataklarının en beğenilmeyen yönü, çevredeki yuvarlak taşları sinesinde barındırmasıdır. Köşeliler yumuşak tabana saplanır kalırlar. Yürürken bu yuvarlak taslara çarpmamak ve basmamak gerekir. Fakat gecenin karanlığı bu yeteneğinizi elinizden alır. Düşe kalka, sendeleye yuvarlana yürürsünüz.

“Zor bela dere yatağını geçerler, hafif meşelik bir düzlüğe ulaşırlar. Gece yavaş yavaş yerini aydınlığa terk etmektedir. Gün ağarmadan bu tepelerin sonuna ve ovayı görecek bir noktaya ulaşmak zorundadırlar. Sağ yanlarında bir bağ, sol taraflarında biraz daha sık bir meşelik sırta doğru yükselmektedir. Meşeliğe doğru yönelirler, toprak bir yolu takip ederler ve ovayı görürler. Ulaşmak istedikleri ilk noktaya gelmişlerdir. Dürbünle ovayı gözlerler, demiryolunu araştırırlar. Evet, siyah bir kıl gibi ovanın ortasından demiryolu, karayoluna bir yaklaşıp, bir uzaklaşıp gitmektedir. Fakat gündüz gözü ile ovanın silahlı olarak aşılması olanak dışıdır. Zaten bütün gece yürüyüp çok da yorulmuşlardır. Meşeliğin içine dalıp kuytu bir yere çökerler.

“Günün ağarması ile birlikte köy hayvanlarını yukarı dağa çıkaran İnekli köyü çobanı, meşeliği takiben otlağa doğru yürümektedir. Meşelikteki gerilla grubunu görür. Hiç istifini bozmaz. Çok da korkmuştur. Köyde aksamları bir yığın silahlı adamların komşu dağlarda dolaştığını dinlemektedir. Hayvanları yaya yaya sırtı dolandırır. Gerillaların gözetleyemeyeceği noktaya gelince, hayvanları kendi başına birikir. Koşarak köye gider ve nefes nefese muhtara haber verir.

“Köyde telefon vardır. Muhtar, Gölbaşı Jandarma Komutanı’na durumu iletir. Başçavuşun mevcudu azdır. Köyde eli silah tutan herkesin kendisi gelene kadar hazır olması talimatını muhtara iletir ve bir pikap jandarma ile Sinekli köyüne hareket eder. Köye geldiğinde silahlı köylüler de hazırdır. Çobanın kır gerillasını gördüğü noktaya ters bir sırtı tırmanarak çıkarlar.

“Kır gerillası yorgunluktan kımıldayacak durumda değildir. Buna rağmen lider, gidilecek istasyonun keşfi için Hacı Tonak’ı yanına alır. Hacı Tonak, taşıdığı Akabe modeli makineli tabancayı Ahmet Erdoğan’a teslim eder. Sinan Cemgil’de Kalesnikof marka, omuzluğu ayrı, dipçiği ayrı kilitlenen makineli tabanca vardır. Sinan Cemgil ile Hacı Tonak, ovayı ilk gördükleri sırta doğru yürümektedirler. Hacı Tonak önde gitmektedir. Sırtı aşarlar ve ovayı görürler. Gözleri hep ovada ve onu bastan basa kat eden demiryolundadır. Hacı Tonak, aşağıdan sırta tırmanan köylüler ile jandarmaları görür ve ’Hoca’ diye bağırıp kendini yere atar. Sinan Cemgil, geriye ani bir dönüş yapar. Bu sebeple tel gözlüğü gözünden fırlar. İleri derecede miyoptur. Gözlüksüz ileriyi görme olanağı yoktur.

“Gelenler önce, ’Teslim olun’ ihtarı yaparlar, ateş etmezler. Sinan Cemgil, boynuna asılı Kalesnikofu koltuğunun altından öne doğru kaydırıp diz çökünce gelenler ateş ederler. Sinan Cemgil, kısa bir darbe atışı yapar ve vurulur. Atışı gözleri görmediği için rastgeledir.”

Sinan: Nehiri geçemeyiz

Hacı Tonak da olayı şöyle anlatmıştır:

“Biz, bir hayli kalabalık bir gruptuk. Ve epeyce bir uzun süre de dağda kalmıştık. Ve artık, bir şeyler yapmak gerekiyordu. Hiç bir şey yapmamış olmak, eylemsiz kalmak duygusu kemiriyordu içimizi. İkincisi, 12 Mart’tan sonraki tutuklamalar, baskınlar, öldürülen arkadaşlarımız. Bunlar da bizi bir an önce bir şeyler yapmaya zorluyordu. Ve özellikle Deniz’lerin yakalanmasından sonra ve onlarla ilgili idam edilecekleri veya kurşuna dizilecekleri seklindeki rivayetlerin yayılmasından sonra, biz bir an önce bir şeyler yapma gereğini duyduk ve grubun içinde belli bir kesimi alarak Amerikan üssünü basmaya karar verdik. Amacımız Amerikan üssüne girmek, oradakileri rehin almak ve onlara karşılık arkadaşlarımızı istemekti. Ama aynı zamanda da o üssü tahrip edecek hazırlıklarımız vardı. O sırada Sırıklı Yaylası denilen bir bölgedeydik. Biz, Sinan Cemgil, Mustafa Yalçıner, Alpaslan Özdoğan, Kadir Manga, Metin Yıldırımtürk, Hacı Tonak ve Ahmet Erdoğan, 7 kişi ayrıldık, ana gruptan, önce aldığımız bir istihbarat vardı. Topraklı İstasyonu’na gidecektik.”

Yolda, Gölbaşı-Gaziantep arası bir bankadan para nakleden bir araçtaki para da alınacaktır. Bundan sonra da Malatya’ya kadar gidebilmenin yolları araştırılacaktır. Ama bu yedi kişiden hiçbiri bölgeyi bilmemektedir. Bölge hakkında bilgiler sinirlidir. Gidilecek yol, izlenecek güzergâhı hiç biri bilmemektedir. Tuncer Sümer’in yaptığı keşfe göre, Haydarlı tren istasyonu dağlık bir bölge içerisindedir. Bu istasyondan bir marşandiz trenine binilerek kaçmanın mümkün olacağı düşünülür. Bu nedenle, Haydarlı Tren İstasyonu aranır. İki günlük bir yürüyüşten sonra Helete köyünün civarına geldiklerinde gece olmuştur.

Ekip, gece, Göksu Nehri’ni geçmek ister. Sinan soyunur ve beline bir ip bağlar. Gecenin karanlığında nehri geçmek için çaba gösterir, ama nehir bahar ayında coşmuş, suyu kabarmıştır. Nehri geçmeyi deneyen Sinan, sonunda, “Nehri böyle geçemeyiz” der ve nehirden yüzerek geçmekten vazgeçilir. Ekip, gece karanlığında Helete köyünün içindeki köprüden geçer ve İnekli Köyü’nün bulunduğu tepenin kuzeyine tırmanmaya baslar. Tepeye çıkıldığında, Gölbaşı’nın ışıkları görünür. Ekip, bu kez, Haydarlı Tren İstasyonu’nun bulunduğu bölgeye gitmek için İnekli köyünün bulunduğu yamacın güneyine doğru inmeye baslar. Fakat önlerine üç yol ayrımı çıkar. Yapılan konuşmalardan sonra ortadaki yoldan yürümeye karar verilir. Sabaha karşı İnekli köyü civarına varılır.

En önde yürüyen Sinan, aniden önünde beliren bir köyün çobanları Avşar Vazgeçmez ile arkadaşı Hacı Zevk ile karşılaşır. Sinan, çobanlara, “Merhaba” diyerek bir şeyler konuşur. Ekip, bir süre yürüdükten sonra, bu kez, köyün bekçisi Vassaf Uçar’la karşılaşır. Ekibi gören köy bekçisi Vassaf Uçar, Helete köyüne doğru, ekip de İnekli köyüne doğru yürür. Fakat köy bekçisi, ekip gözden kaybolur kaybolmaz bir koşu köye gelir ve köyün muhtarına olayı anlatır. Muhtar Mustafa Göksu da Gölbaşı İlçe Jandarma Birlik Komutanlığı’na telefon ederek olayı haber verir.

Bu olayların olduğu sıra ekip, İnekli köyünün bulunduğu tepenin yamacına varır. Kimsenin göremeyeceği sanılan ekinlik, çukur bir yere oturarak, ne yapacakları hakkında konuşurlar. Ekip üyeleri, 3 gündür yorgun ve uykusuzdur. Yorgunluktan herkes bitkindir. Ekip üyeleri, bu nedenle konuları fazla tartışamaz. Kadir Manga, “En iyisi köye gidelim. Kimse bir şey yapamaz. Kendilerinin yaşamı tehlikeye gireceği için en azından ihbarda bulunamazlar. Biz, gece ayrılıp, belli bir mesafe aldıktan sonra ihbar etseler de bu o kadar da önemli değil” der. Fakat Kadir Manga’nın bu önerisi fazla rağbet görmez. Yapılan konuşmalar sonunda Hacı Tonak’ın silahsız olarak Gölbaşı’na giderek, bir araç sağlayıp getirmesi konusunda karara varılır. Daha sonra, Hacı Tonak ile diğer ekip üyelerinin nerede buluşacağını belirlemek için Sinan, Kadir Manga ve Hacı Tonak, ekibin bulunduğu yerden ayrılır ve İnekli köyünün bulunduğu yamaca doğru yürümeye baslar. Ekibin nerede buluşabileceği belirlendikten sonra Hacı Tonak, Helete köyüne giden şose yolunu da görmek ister ve Sinan’dan biraz olsun uzaklaşır. Hacı Tonak, Helete köyüne giden şose yoluna doğru ilerlediği sırada Jandarma Astsubayı Selahattin Ünsal komutasında bir yay biçiminde pusuya yatmış 10 jandarmayı fark ederek geriye döner ve “Pusu… Pusu var” diye bağırarak koşmaya başlar. İnekli köyünün girişinden başlayan ve vadi boyunca süren çıplak tepenin üzerinde mevzilenen köylüler ve askerler de bu arada ateşe başlar.

Sinan, önce, Hacı Tonak’ın ne dediğini anlayamaz. Fakat ateş başlayınca durumu anlar. Askerler, “Teslim olun” diye bağırmaktadır. Sinan, “Esas siz teslim olun. Sizi vurmak istemiyoruz” diye karşılık verir ve arkadaşlarına haber vermek amacıyla arkadaşlarının bulunduğu yöne doğru topallayarak koşmaya baslar. Sinan, koşarken gözlüğünü düşürür. Jandarmaların açtığı ateş sonucunda Sinan’ın belindeki kütüklüğün üzerinden bacağına bir kurşun çarpmıştır. Kurşun girmemiştir bacağına, ama Sinan sekerek arkadaşlarına doğru koşmaktadır. Silah ve bağırışlara üç gündür açlık, uykusuzluk ve yorgunluktan uyuyakalan diğerleri de uyanmıştır. Ahmet Erdoğan ile Metin Güngörmüş, bu kargaşalık sırasında ortadan kaybolur.

Geri kalan dört kişi, siper alıp geri çekilmeye çalışırken ilk kurşun yarasını Alpaslan Özdoğan alır. Kurşun, Alp’in boynunu sıyırıp geçmiştir. Birbirlerine dört, beş metre uzaklıkta olan Sinan, Alp, Mustafa Yalçıner ve Kadir Manga, birbirini koruyarak ekin tarlasının içinden meşeliğe doğru çekilmeye baslar. Üçü koruma ateşi açarken, biri geri çekilmeye çalışır. Bu nedenle, geri çekilme çok yavaş biçimde olmaktadır. Tepede mevzilenmiş olan jandarmalar, yamaçta seyrek ve bodur meşelikte siper almaya çalışan altı kişiye sürekli ateş ettiği için ayağa kalkıp koşmak imkânsızdır. Jandarmalar tepeyi tuttuğu için yamaçta bulunanlar, ateş edenleri görememektedir. Bir süre sonra jandarmalar, bütün vadiyi kuşatan tepelerin hepsini tutar. Ayrıca, jandarmaların ateşine köylülerin ateşi de katılmıştır. Jandarma ve köylülerin açtığı ateş sonunda ilk Kadir Manga vurulur.

Ve silahlar susuyor

Göğsünden vurulan Kadir, yarım dakika sonra ölür. Ölümler peş peşe gelir. Kadir’in arkasından iki-üç kurşun yarası alan Alp, hemen can verir. Bacağı ve omuzu kanayan Sinan, yarı ayakta, kuru bir ağacın arkasında siper almıştır. Otomatik silahıyla kesik kesik etrafı tarar. Son uzun bir taramadan sonra Sinan’ın silahı da susar. Ayağından vurulan Mustafa Yalçıner, kıpırdayamaz ve bir şey yapamaz hale gelir.

Sabah saat 06.30 sıralarında başlayıp, saat 08.30’a kadar devam eden çatışma sonunda Sinan Cemgil, Alpaslan Özdoğan ve Kadir Manga öldürülmüştür. Hacı Tonak ile çatışmada yaralanan Mustafa Yalçıner, yakalanır. Metin Güngörmüş ile Ahmet Erdoğan ise o gün kaçarak kurtulur, fakat 1 Haziran günü, köylüler tarafından yakalanarak, jandarmaya teslim edilir.

Tuncer Sümer’in komutasındaki diğer grup, Sinan’ın komutasındaki grubun başına gelenleri radyodan öğrenir. Bir durum değerlendirmesi yapılır ve grubun dağıtılmasına karar verilir. Dağılan grubun bir kısmı hemen yakalanır. Tuncer Sümer, Mustafa Karadağ ile Filistin’e gider. Deniz ve arkadaşları için, on sekiz idam kararı çıktığı gün Tuncer Sümer, Türkiye’ye gelir. O da ikinci gün yakalanır. Nurhak’ta ölen Sinan Cemgil’in cenazesi, 3 Haziran 1971 Perşembe günü, ikindi namazından sonra, Erenköy Galip Pasa Camii’nde kılınan cenaze namazından sonra Üsküdar-Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verilir.

Nurhak’ta Bir Şafak Vakti” Turhan Feyizoğlu tarafından yazılıp Cumhuriyet gazetesinde 25 Mayıs 1998 – 7 Haziran 1998 günleri yazı dizisi olarak yayınlanmış, daha sonra “Sinan / Nurhak Dağlarından Sonsuzluğa” adıyla kitaplaştırılmıştır.

Sayın Turhan Feyizoğlu’na metni yayınlamamıza izin verdiği için teşekkür ederiz.