Orhan Yalçın Gültekin

Yaşamının son iki yılında anarşistlerle saf tutan, kendini Anarşist olarak tanımlayan ama Anarşizmi belki de yalnızca ahlâki bir duruş, vicdanî bir konumlanış olarak gören, “Marksizm”in ilk filozofu, ilk “diyalektik materyalist” Joseph Dietzgen, Anarşizm ile “Marksizm” arasındaki kopuşmanın başından beri her ikisini de uzlaştırmaya çalışmıştı. Dietzgen, anarşistler arasında çılgınlar ve beyinsizlerin olabileceğini ve/ama sosyalistler arasında da sürü sepet korkak bulunduğunu söyledikten sonra her iki kamptaki çoğunluk için eğitimin şart olduğunu ileri sürüyordu.

Haymarket duruşmalarına karşı mensubu olduğu Sosyalist İşçi Partisi’nin duruşunun yarattığı hayal kırıklığı, Dietzgen’i anarşistlere yaklaştırıyordu. Bu durum, sonunda kendisini Anarşist olarak tanımlamasının yolunu açıyordu.

Engels, kuşkusuz, Dietzgen’in anarşizme iltihakına itiraz ediyordu ama verili koşullarda bunun olmasının da geçerli bir mazerete dayanıyor olduğunu teslim ediyordu. Engels, yaşlı filozofa olan inancını yitirmiyor ve Dietzgen’in “doğru yol”da olduğunu söylüyordu. Zira Engels’e göre eleştiri Sosyalist İşçi Partisi’nin başındaki “saf çete”ye yöneltilmeliydi ve onların yönetimindeki “Sosyalist” adlı gazete, bir ne olmamalı örneğiydi.

Dietzgen’in özgün kişiliği, onunla ilgili yaşamöykülerine de yansımaktadır. Onu, Marksist olarak tanımlayan metinler kadar Anarşist olarak tanımlayan metinler de vardır. Bu özgün kişilik ve duruş sebebiyle, ölümünden sonra bir Dietzgenizm de oluşturulmaya çalışılmıştır ve ne yazık ki etkisi sınırlı olmuştur. Ne yazık ki diyorum, zira Dietzgen, kendini nasıl tanımlarsa tanımlasın, onu belirleyen anarşizm ile sosyalizmin, aralarındaki abartıldığını düşündüğü ayrımlara karşın, birlikte yürüyebilmeleri için sürdürdüğü çalışmalardı.

Otto Von Bismark, “When the red and the black are again united, thrones may well tremble.” diyordu; yani “Kızıl ile kara yeniden birleştiğinde, saltanatlar sallanacaktır.”…

Dietzgen’in bütün yaşamı, bu iki gücün birlikte hareketini sağlama üzerine biçimlenmişti.

***

Joseph Dietzgen’in ölümünün üzerinden çok zaman geçti. Anarşizm ile Marksizm arasında, Dietzgen’in arzuladığı ortak mesai gerçekleşmemekle kalmadı, her ikisi de bin bir alt başlığa ayrıldı. Belli tarihsel koşullarda alt başlıklar üst başlığın yerini aldı. Bu durum, özellikle Marksizm için daha belirgin oldu.

Marksizmin alt başlıkları olan Leninizm, Stalinizm, Troçkizm, Maoizm vb.nin ne kadar “Marksizm” oldukları tartışılır. Marksizmden esinlenen ya da kendini Marksizm başlığı altında ifade eden söz konusu alt başlıklar, muarızları tarafından da Marksizm üst başlığıyla kabullenildikçe, Anarşizm ile Marksizm arasındaki ayrımlar uçuruma dönüştü.

Anarşistlerin, söz konusu alt başlıkların Marksizmin kaçınılmaz türevleri olduğu sanrısı, “Ah, işte… demiştik ve oldu!” savına yol açtı.

Anarşist antropolog David Graeber’in Anarşizm ile Marksizm arasındaki ilişkiye dair söyledikleri, ikisi arasındaki ayrımı açıklamaya mı yaramaktadır, yoksa üstünü mü örtmektedir, ayrıca tartışılmalıdır. O, şöyle demişti:

“1. Marksizm, devrimci stratejinin kuramsal ve çözümsel söylemi olmaya yöneldi.
“2. Anarşizm, devrimci uygulamanın ahlâksal söylemi olmaya yöneldi.”

Aradaki fark, bu kadarla kalsaydı, çözmek daha mı kolay olurdu?