Antonio Gramsci
Sosyolojinin yükselişi, siyaset bilimi ve sanatı anlayışının XIX. Yüzyılda (daha doğrusu, evrimci ve pozitivist öğretilerin bu yüzyılın ikinci yarısında yükselmesiyle) gerçekleşen gerilemesiyle ilintilidir. Sosyolojide gerçek öneme sahip olan her şey siyaset biliminden başka bir şey değildir. “Siyaset”, parlamento içi siyasetlerle ya da kişisel klik siyasetiyle eşanlamlı hale gelmiş bulunmaktaydı. Anayasa ve parlamentolarla bir “doğal” “evrim” dönemine girilmiş olduğuna, toplumun, ussal oldukları için, kendi kesin temellerini bulmuş olduğuna, vb. kanaat getirme[ydi]. Ve işte bak, toplum artık doğal bilimlerin yöntemiyle incelenebilirdi. Bu türden görüşlerin sonucu, Devlet kavramının gücünden yitirmesi [oluyordu]. Siyaset bilimi Devlet bilimi anlamına geliyorsa eğer ve eğer Devlet, yönetici sınıfın, yalnızca [içinde] zor kullanımını meşru kıldığı ve sürdürdüğü değil de, yönetilenlerin aktif onayına da ulaşmayı başardığı, pratik ve teorik etkinliklerin tümü bir bileşiğiyse, sosyolojinin gerçek sorunlarının, siyaset bilimi sorunlarından başka bir şey olmadığı açıktır. [Sosyoloji sorunlarından] bir kalıntı varsa, bu, yalancı yani boş[una vakit harcatacak] bir kalıntıdan başka bir şey olamaz. Demek ki, Popüler Elkitabı’nın yazarının [1] yüz yüze kaldığı sorun, praxis felsefesine oranla siyaset biliminin ne gibi bir yeri olduğunu belirlemek sorunuydu. [Sorun] bu ikisi arasında (savunulması imkânsız ya da ancak en kaba pozitivizm açısından savunulabilecek) bir tıpkılılık var mıdır ya da siyaset bilimi, daha kapsamlı bir dünya kavrayışından çıkarsanabilecek görgül ya da pratik ilkelerin bütünü müdür yoksa yakıştırma felsefe mi ya da bu felsefe, siyaset biliminin yarattığı kavram yahut genel kategorilerin yalnızca bir bilimimidir, vb. [sorunudur].
İnsanın tarihsel olarak belirlenmiş bir insan; yani bazı koşullar atında, belirli bir toplumsal bütünlük ya da toplumsal ilişkiler içinde gelişmiş ve yaşayan bir insan olarak kavranılmamasının mümkün olmadığı doğruysa eğer, sosyoloji yalnız bu koşulların ve bunların gelişimini düzenleyen yasaların incelenmesi olarak kabul edilebilir mi? Bizzat insanların irade ve girişimi inceleme dışı tutulamayacağından bu kavrayış hatalı olmalıdır. Bizzat “bilim”in ne olduğu sorun olarak ortaya koyulmalıdır. İnsanların değiştirdiği, onları daha önce olduklarından farklı kıldığından ötürü bizzat bilim “siyasal faaliyet” ve siyasal düşünce değil midir? Her şey “siyaset”se eğer, usanç verici ve aynı şeyi yineleyici yavan sözlere bulaşmamak için, geleneksel olarak adına “siyaset felsefesi” denen siyasetle, dar anlamıyla adına siyaset bilimi denen bilime denk düşen siyaseti yeni kavramlara başvurarak birbirinden ayırmak gerekir. Bilim daha önce bilinmeyen gerçeğin “bulunması”ysa eğer, bu gerçek bir bakıma aşkın bir gerçek olarak kavranmamakta mıydı? Ve “bilinmeyen” ve dolayısıyla aşkın olan bir şeyin hâlâ var olduğu düşünülmemekte midir? Bilim kavramı “yaratma” iken, bu yüzden “siyaset” anlamını kazanmaz mı? Bütün sorun yaratmanın “keyfi” ya da ussal olup olmadığıyla, yani, yaşama ilişkin kavrayışlarını genişletmeleri ve aynı yaşamı daha üstün kılmaları (geliştirmeleri) bakımından, insanlara “yararlı” olup olmadığıyla ilgilidir. [2] [1930-32]
[1] Bukharin’in tam adıyla Tarihsel Maddeciliğin Kuramı: Marksist Sosyoloji Popüler Elkitabı. Hapishane sansürü nedeniyle Gramsci yazarın adından söz etmemiş, kitabın adını da kısaltmıştır.
[2] Popüler Elkitabı ve eki Kuram ve Pratik’le ilintili olarak Armando Carlini’nin felsefî incelemesine (Nuova Antologia – Yeni Antoloji, 16 Mart 1933) bakılmalıdır. Buradan bir İngiliz’in (galiba Wittaker) formüle ettiği şu eşitlik çıkmaktadır: “Kuram : pratik = pür matematik : uygulamalı matematik”. (Yazarın dipnotu).
[Sir Edmund Whitttaker (1873-1956) fizikçi ve matematikçi].
Kaynak:
Antonio Gramsci, Modern Prens
Çeviri: Pars Esin
Birey ve Toplum Yayıncılık
Birinci Baskı: Şubat 1984