Orhan Yalçın Gültekin

Hani “Sovyet ajanı” dese, belki de “pes” deyip üzerinde durmayacağız. Bıkkınlık verdi zira soğuk savaş sağcılığının her solcuyu Sovyet ajanı olarak kabul eden zihni şekillenmesi ve bu zihni şekillenmenin dışavurumları. Hâlâ İnternet’te bol miktarda bu minvalde yazı –küfürle desteklenmiş olarak- bulunuyor.

Kurbağa Sendromu”na kapılmamış olanlarımız arasından bu “Sovyet ajanı” sözlerine de itiraz yükselmesi kuvvetle muhtemel… Hele bunu söyleyenlerin emperyalizm işbirlikçilikleri aşikârken…

Ama hayır, o, “gizli polis” diyor(muş)! Diyen, dediği savlanan kim? Kemal Kurdaş! Kimin için diyormuş? 23 Eylül 1969’da bir faili meçhule kurban giden Taylan Özgür için…

Bir Kemal Kurdaş kitabı

Efendim, 10 Mayıs 2010 pazartesi günlü Haber Türk gazetesinin 22. sayfasında Füsun Saka’nın Şengün Kılıç Hristidis ile yaptığı bir röportaj yayınlandı. Röportajın sebeb-i mucibi Şengün Kılıç Hristidis’in “Hayatım Mücadeleyle Geçti” adlı “Kemal Kurdaş kitabı”.

Eskiden insanlar “yaşam öyküleri”ni kendileri yazar ve tanıklıklarını kendi kalemlerinden –şimdilerde klavyelerinden- bizlere ulaştırırlardı. Zaman değişti. Buluyorsunuz kalemi-klavyesi kuvvetli birini; siz anlatıyorsunuz-konuşuyorsunuz, o yazıyor. Ama sizin adınıza yazacak olanın yalnızca kaleminin-klavyesinin kuvvetli olması yetmiyor; size bir biçimde bağlanması da gerekiyor ki, sizi allayıp pullayıp sunabilsin.

Kemal Kurdaş da böyle yapmış; “Hayatım Mücadeleyle Geçti”yi yazması için Şengün Kılıç Hristidis’le anlaşmış. Türkiye İş Bankası da yayınlamış.

Önemli “ifşaat”!

Şimdi gelelim, röportajdaki o önemli ifşaata…

Füsun Saka soruyor:

“Bir de kitabı yayına hazırlarken, sizin için Kurdaş’la aranızda tartışma konusu olan bir mesele, Taylan Özgür olayı var. Bu konuda ne düşünüyor Kurdaş?

Şengün Kılıç Hristidis de yanıtlıyor:

“Evet, bir Taylan Özgür meselesi var. Özgür o zaman ODTÜ öğrencisi ve bugün de Türkiye’de bilinen en önemli isimlerden biri. O konuda Kemal Bey’in yorumu benim karşı olduğum bir düşünce. Şöyle ki, öğrenci boykotlarını ve Taylan’ın cenazesinin ODTÜ’ye getirilişini anlatıyor Kurdaş ve tahminleri ise benim katıldığım türden değil. Kurdaş, onun gizli polis olduğunu düşünüyor. Sansürlemeden yazdım ama bu aramızda ciddi bir tartışma meselesi oldu. Katılmadığım bir şeydi.”

Burada garip bir durum var; Şengün Kılıç Hristidis, “sansürlemeden yazdım” diyor ama söz konusu metin kitapta yer almıyor! Evet, yanlış okumadınız; Kurdaş’ın Taylan Özgür’ün “gizli polis” olduğunu düşündüğünü söyleyen Şengün Kılıç Hristidis, bu “bölüm”ü kitaba koymamış ya da koymayı unutmuş!

Kitapta olmayan bir bölümün soru haline getirilmesi de bir gazetecilik mahareti olsa gerek. Füsun Saka da belli ki kitabı okumamış ama “yazar” tarafından önceden bilgilendirilmiş ve ortaya kitapta olmayan bir “çanak” soru çıkmış.

Komer olayına yeni bakış!

Şengün Kılıç Hristidis, her ne kadar Taylan Özgür’ün “gizli polis” olduğuna inanmasa ve Kurdaş’la bu konuyu ciddi ciddi tartışmış olsa da (!), “Komer olayı”na bakışıyla bu “gizli polis”lik konusuna zemin hazırlamaktan da geri duymuyor.

O, röportajda şöyle diyor:

“Eskiden bu olayı dinlediğimde bir kahramanlık öyküsü olarak değerlendirmiştim. 1968 hareketinin yükselişi, Türkiye’deki etkileri benim için önemliydi ama mesela Komer’in otomobilinin yakıldığı zaman içeride yapılan toplantıda neler yaşandığını hiç aklıma getirmemiştim. Kurdaş’tan öğrendim ki, o sırada içeride yemekte planları olan birtakım insanlar var. Bir üniversite kurulmuş ve o üniversite ile ilgili krediler bulunması gerekiyor. Bunu bulmaya çalışan bir adam var ve onun yemekle ilgili hayalleri var. Bu açıdan hiç bakmamıştım. Bu anlamda Kemal Kurdaş beni şaşırttı diyebilirim. Ve Komer’in otomobilinin yakılması iki ülke arasında krize neden olabilecekken, Kurdaş, Komer’e ‘Tamam çocuklar arabayı yaktı ama sizde o otomobillerden çok var’ diyor.”

Evet, tam da böyle…

Kahraman Kurdaş, iki ülke arasında kriz çıkmasını basit bir biçimde önlüyor: “sizde o otomobillerden çok var.”

Kurdaş’ın kahramanlığı bir tarafa, adam gayet fedakârca “Vietnam Kasabı” ile yemek yerken, memleketin en güzide okullarından birine (ODTÜ) kredi bulmaya çalışıyormuş; Komer’in arabasını yakan devrimciler de bu safiyane ve faydalı çabayı sabote etmiş duruma düşmüşler. Bu kadar vurgudan sonra da bu sabote etme durumu bilinçli midir, değil midir, tartışmalı hale geliyor. Şengün Kılıç Hristidis biliyor mu, emin değilim ama bu komünistler de çok fenadır; Taylan Özgür’le birlikte Komer’in arabasını yakıp Kurdaş’ın ODTÜ’ye kredi almasını engelleyenler –Hüseyin İnan, Alpaslan Özdoğan, Mustafa Yalçıner filan-, sonrasında Diyarbakır Üniversitesi’ne de sabotaj düzenlemeye kalkmışlardı!

Kurdaş’ın (yoksa Şengün Kılıç Hristidis’in mi demek gerekiyor) tarafından bakınca durum böyle görünüyor herhalde.

Zira Kurdaş, Taylan Özgür’ün “gizli polis” olduğunu düşünüyormuş!

Niye “gizli polis” de “Sovyet ajanı” değil?

Dost ve müttefik bir ülkenin –ABD- çok başarılı -Vietnam Kasabı- bir temsilcisine –Robert W. Komer- ait otomobilini -ABD’de çokça var olan otomobillerden birini- yakarak “iki ülke arasında krize neden olma”yı Sovyetlerden başka kim isteyebilirdi ki? “Sovyet işbirlikçileri” ya da aynı anlama gelmek üzere “Sovyet ajanları”ndan başka kimler böyle menfur bir olayı gerçekleştirebilirdi ki?

Ama “Sovyet ajanı” değil, çünkü artık devir değişti; eski camlar bardak oldu; soğuk savaş çok gerilerde kaldı. O kadar gerilerde kaldı ki, handiyse öyle bir dönem yaşanmadı; ABD ile müttefikleri bir yanda, SSCB ve müttefikleri bir yanda karşıtlığı hiç yoktu; karşılıklı casusluk faaliyetleri hiç mi hiç yoktu; hatta aslında “gladio” diye bir şey de yoktu.

Yeni tarih yazımında artık emperyalizm faktörü, ABD parmağı, ABD planları, egemenlik savaşları filan yok. Bir yanda “milliyetçi-darbeci asker-sivil aydın zümre”, diğer yanda da “seçilmişler” var. Bütün bir “yakın tarih” içinde gerçekleşen bütün musibetlerin arkasında o zamanlar kontrgerilla olarak kabul edilen ve bugünkü “Ergenekon”un babası olduğu varsayılan ve emperyalizmle bağlantısı bulunmayan sütre gerisi örgütlenme-yapılanma var. (Uyduruyorsam namerdim; daha 10 gün kadar önce -29 Nisan 2010- Ahmet Altan değil miydi 12 Eylül vesilesiyle yazdığı yazıda tek kelimeyle bile olsa emperyalizmden bahsetmeyen, darbedeki “ABD parmağı”nı zikretmeyen? O darbe ki, ABD başkanına “Your boys have done it!” diye haber verilmişti.)

Hâsılı dost ve müttefik bir ülke ya da ülkeler ile aramızı bozacak olanları da tam orada aramak gerekiyor. Düşman yalnızca ve yalnızca içimizdedir, içimizdekilerdir: ulus-devletin savunucusu milliyetçi-darbeci asker-sivil aydın zümre!

Dün, her şeyi ABD-SSCB karşıtlığı temelinde açıklamaya çalışıp kendine bağımsız bir devrimci hat çizenleri “Sovyet ajanlığı” ile suçlamak adettendi. Şimdi ne SSCB var ne de emperyalizm! Bu çerçeveye uygun olarak ve bu tür mantıkla tarihi yeniden yazmaya kalktığınızda bağımsız bir devrimci hat çizenlerden biri olan Taylan Özgür’ü de ancak “gizli polis” ilan edebilirsiniz.

Emperyalizm buharlaşınca

Bugünlerde bir kısım “aydın” nezdinde emperyalizmin buhar olup gündemden kalktığını, dahası artık eskiden de olmadığının bazen açık bazen örtük biçimde savunulduğunun örneklerini bulmakta zorlanmayacağımız aşikâr. Dahası soğuk savaş sağcılığı ve bugünkü izdüşümleri, SSCB’ye karşı emperyalist dünyayı ve onun değişik araçlarını meşrulaştırmak için ellerinden geleni artlarına koymadılar, koymamayı da sürdürüyorlar. Üstelik günümüzde kimi eski solculardan da değerli müttefiklere sahipler.

Kemal Kurdaş, bir eski türde soğuk savaş sağcısı olarak, Şengün Kılıç Hristidis’in anlatımıyla söz konusu yaklaşımı sürdürdüğünü gösteriyormuş:

“Kurdaş’a göre o zamanlar IMF, azgelişmiş ülkelere ve kurtuluş savaşlarına destek olması açısından önemli. Yani o zaman dünyaya sunduğu bir iyilik hali var. Her şey bugünden çok farklı. Kemal bey IMF’nin o zamanki hümanist bakışından bugünkü kapitalist bakışa gelmesine çok bozuluyor mesela. Ve ‘Bu benim çalıştığım IMF değil’ diyor.”

Kemal Kurdaş, ne zaman IMF’de çalışmaya başlıyor? 1956? demek 1950’li yıllarda IMF, bir hayır kurumu ve hümanist bir bakışı var.

IMF’nin kuruluş amacının o kadar da ulvî olmadığının, yani azgelişmiş ülkelere ve kurtuluş savaşlarına destek olma gibi bir amacının bulunmadığının ve zaten emperyalist araçların “yardım”larının ne anlama geldiğinin yeterince bilindiği dünyada, bunu hala iddia edebiliyor olmanın ardında büyük bir bilgi çarpıtma çabasının bulunduğunu söylemek mümkün.

Geçerken belirtelim; Kemal Kurdaş gibi IMF’ci bir “vatansever”, IMF deneyimlerini Türkiye ile paylaşmaktan geri duramazdı.

Kemal Kurdaş o günleri de şöyle anlatıyor:

“1961’de Cemal Gürsel, boğuk bir sesle, ‘Kurdaş bey, bu memleket sizden hizmet bekliyor. Kaçmayın’ dedi. Böylece içimde hiçbir zaman susmayan şevki kadri ruhu yine harekete geçti. Memleketim benden hizmet bekliyordu, hizmetten kaçamazdım ve nitekim ‘Kaçmam paşam’ gelirim’ dedim. ‘siz tayinimi yapın.'”

Netekim tayin gerçekleşir ve Kemal Kurdaş, 27 Mayıs ihtilâlinden sonra IMF’den ayrılıp 26 Aralık 1960 – 20 Kasım 1961 arasında Cemal Gürsel başkanlığındaki 1 ve 2. Milli Birlik hükümetlerinde Maliye bakanı olarak “görev” alır.

Nerden baksan tutarsızlık

Olayları iki kutupluluk içinde algılama ve açıklama çabası, basitliğiyle insanda her şeyi açıklayabilir olma hissi uyandırır. Bir tür Procrustes yatağı (*) gibi iki kutbun dışında kalanları kutuplara teşmil etmeniz yetmektedir. Bunu yapabildiğiniz ölçüde elinize muhteşem bir silah geçmiş olur. Bu silah, size, her zaman, her yer ve her durumda, çok pratik biçimde derdinizi anlatabilmenize hizmet edecektir. Bir koşulla: insanları buna inandırabilmeyi becerebilirseniz.

İktidar sahipleri ile onlara biat edenlerce olduğu kadar iktidar için yola çıkanların bir kısmınca da bu yöntem sıkça kullanılmaktadır.

Bu iki kutup, soğuk savaş bağlamında ABD-SSCB idi. İki kutbun dışında kalanlar kutuplardan birine teşmil ediliyordu. Haliyle sol kanatta yer alan herkes ve her akım SSCB ile bağlantılandırılıyordu.

Soğuk savaş döneminin sona ermesi gözleri içe çevirdi ve zaten alışık olduğumuz, dahası handiyse iliklerimize dek işlemiş bir iki kutuplu tarih anlayışı yeniden ve güçlü biçimde piyasaya sürüldü.

Bir tarafta devletçi asker-sivil “aydın” kutup, diğer tarafta “sivil” seçilmişler kutbu… Bu tanımlamaların envaiçeşit sürümü var. Eminim herkes kendi meşrep ve üslubunca bu kutuplardan muradımın ne olduğunu anlamaktadır.

Soğuk savaş döneminde “şeytan” SSCB idi. yeni dönemde ise ulus-devlet “savunucu”su asker-sivil aydın zümre…

Soğuk savaş ortamı kalkıp da sözüm ona sivilleşme “aydınlar” arasında belli bir ideolojik hegemonya kurduktan beri de sol, kolaylıkla devletçi asker-sivil aydın zümre ile irtibatlandırılır hale geldi; SSCB’nin yerine ulus-devlet “savunucu”su asker-sivil aydın zümre ikame edildi.

Yerseniz…

Bu Procrustes yatağında, yani iki kutuplu algılamada, bağımsız bir hat oluşturma çabası içinde olanlara yer yoktur; kafaları, kolları koparılır. Taylan Özgür, bir faili meçhul cinayete kurban gider. 1960’larla başlayan dönemin ilk gladio cinayetidir. Procrustes yatağı, sürekli çalışır.

Bu da yetmez. Procrustes yatağında katledilenlerin anısı üzerinden kurgular sürer ve onlar bir kez daha katledilirler.

Henüz Theseus ortaya çıkmamıştır. Ama çıkacağına inancımız tamdır. Çünkü Theseus biziz… Yalnızca farkında olmamız gerekmektedir.

Notlar:

Procrustes yatağı: Procrustes, Atik yarımadasında Eleusis yakınlarındaki tepeleri kendine mesken tutmuş azılı bir hayduttu. Gelip geçen herkesi demirden bir yatağa yatırıyor, ayakları dışarı taşarsa taşan kısmı kesiyor; tersine, adamın boyu kısa gelirse “gererek uzatıyordu”. Püf noktası ise, yatağın gizlice ayarlanabilir olmasıydı. Kurbanın boyunu uzaktan tahmin ediyor, yatağı ona göre hazırlıyordu.

Haydudun zulmüne son veren, kahraman Theseus olmuştur. Oldukça kısa boylu ve tıknaz olan Theseus, Procrustes kendisi için ayarladığı yatağa bastırıp yatırmış ve dışarı taşan kafasıyla ayaklarını keserek öldürmüştür.

Haber Türk Röportajı