Kemal Yüce

Kapitalizmin 1960’lı yılların sonunda içine girdiği kriz emekçi sınıflarda ve halkın farklı kesimlerinde toplumsal hareketlerin oluşmasına neden oldu.

60’lı yıllar dünyada bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin damgasını taşımaktadır. 68 gençliği dünyanın dört bir yanında güçlü bir muhalefet hareketi başlatmış, üniversitelerde giderek antiemperyalist içerikli boykotlar ve işgaller yayılıyordu. Bundan işçi sınıfı ve köylülük de etkilenmiştir. O dönemde ülkemizin değişik yerlerinde yoksul topraksız köylülerin başkaldırışı, köylülerin toprak işgalleri ve fındık-tütün üreticilerinin mitingleri yayılırken kentlerde işçi eylemleri yaygınlaşıyor ve kısıtlı da olsa devrimci söylemler işçi sınıfı içinde yaygınlaşıyordu.

O yıllarda sarı sendikacılığa karşı disk’te kendini bulan sınıf hareketinin yok edilmek istenmesini 15-16 haziran işçi direnişi püskürtmüştür.

Değişik sendikalara bağlı- işçilerin DİSK ile birlikte koyduğu o tepki kendiliğinden gelişen bir hareket olarak değerlendirilemez. 15- 16 Haziran Türkiye işçi sınıfının ilk sınıfsal kitle hareketi ve dayanışmasıdır.

“Nitekim 15 Haziran sabahı İstanbul, İzmit ve Gebze’de 100 bine yakın işçi 113 işyerinde birden iş bırakarak tarihi direnişini başlatmıştır. İlk olarak Kartal-Gebze bölgesindeki sanayi işçileri Ankara asfaltı üzerinde yürüyüşe geçerek tren ve karayollarını kesmişler, faaliyete devam eden fabrikaları işgal ederek işçi kardeşlerini direnişe katmışlardır. Ankara asfaltı üzerindeki fabrikalardan başka Topkapı bölgesinde, Sur dışında, Haliç çevresinde, Eyüp’te, Kâğıthane’de, Levent’te de aynı anda direniş başlatmış, yüz binler, “Savaş başladı”, “İşçiyiz, haklıyız, güçlüyüz”, “Satılmış Türk-İş”, “Tüm gericiler, faşizm kahrolsun”, “Patronsuz Türkiye” sloganlarıyla caddeleri, meydanları, sokakları işgal etmişlerdir. 100 bine yakın işçinin iş bıraktığı fabrikalar arasında, büyük sermayenin kaleleri olan Türk Demir Döküm, Sungurlar, Otosan, Rabak, Philips, Profilo, Arçelik, AEG, Singer, Simko, Auer, Mercedes, Magirus, Elfa, Erka, Uzel, Grundig, ECA, Vinylex, Aygaz, Türk Kablo, Eternit, Haymak işyerleri de vardır.

“İşbirlikçiler koalisyonu”nun komplosunun devamı karşısında işçiler direnişlerini 16 Haziran günü de sürdürmüşlerdir. Ancak bu defa işçilerin karşısına coplu, tabancalı toplum polisleri, tanklı, tüfekli, süngülü askerler çıkarılmıştır. Taksim’de buluşmak üzere şehrin dört bir yanından dalgalar halinde şehrin merkezine akan işçi kafilelerinin, Haliç’teki köprüler güpegündüz açılmak ve araba vapur seferleri iptal edilmek suretiyle, önleri kesilmiştir. Ayrıca askeri birlikler seferber edilerek merkezi yerlerde, özellikle vilayet önünde işçilere karşı tanklar ve zırhlı arabalarla barikatlar kurulmuştur. Levent’te ve Kadıköy’de engelleme daha da ileri götürülerek polisler ve askerler tarafından işçilere ateş açılmış, bu çatışmalar sonunda Türkiye işçi sınıfı üç şehit daha vermiştir: Abdurrahman Bozkurt, Yaşar Yıldırım ve Mustafa Baylan…
Kaynak: Ant dergisi, Temmuz 1970 Sayı:3

15-16 Haziran Türkiye işçi sınıfı için bir dönüm noktası olmuştur. Sınıf bilincinin gelişmesi, birlik–dayanışma–mücadele azmini geliştirirken işbirlikçi sendikacılar için de kendi sınıfına ihaneti ön plana çıkarmıştır.

Devrimci önder Hüseyin İnan’ın o dönemdeki sanayi proletaryası hakkındaki düşüncelerini de burada aktarmayı gerekli görüyorum.

Sanayi Proletaryası

Hüseyin İnan
Türkiye Devriminin Yolu’ndan ayrıntı

Sanayi Proletaryası: Belli bölgelerde yoğunlaşmış durumdadır. Uzun yıllar demokratik hak ve özgürlükleri faşist kanunlarla kısıtlanmıştır. 1925’te çıkan Takrir-i Sükun kanunuyla grev ve toplantı hakları engellenmiş, 1938’de sendika kurmaları yasaklanmıştır. 1945’te sendika kurma hakları tanınmış fakat yine de bir çok kısıtlamalara tabi tutulmuşlardır. (Örneğin: Bakanlar Kurulu istediği grevi millî güvenliği koruma gerekçesiyle erteleyebilmekte, yani kırabilmektedir.)

İşçi sınıfına belirli haklar tanınırken bazı kanunlar ve sarı sendikacılık yoluyla da işçiler kontrol altında tutulmak istenmiştir. Şimdiki halde sendikaların çoğu emperyalizmin ve işbirlikçilerin damgasını taşıyan sarı sendika durumundadır. Zaten yeni çıkarılmak istenen kanunlarla yeni yeni ortaya çıkmaya başlayan devrimci sendikalar baskı altına alınmak, Türk-İş (ABD’den aldığı yardım ve kredilerle işbirlikçilerin hizmetindedir) içersinde eritilmek istenmektedir.

Bütün çabalara rağmen işçi sınıfının mücadelesi 1960’tan sonra gelişmiş, bilinçlenme ve örgütlenme hızlanmış ve ekonomik grevlerin yanısıra politik grevler de gelişmeye başlamıştır. 15-16 Haziran’da işçi sınıfı işbirlikçilere gücünü göstermiş ve gözünü korkutmuştur.

Bundan sonra işbirlikçi politika, bütün gücü ile işçi sınıfının bilinçlenmesini, örgütlenmesini önlemeye çalışmış; işçi sınıfı üzerinde baskı ve terörü yoğunlaştırmıştır. Faşist baskı ve zulüm politikası bunu daha da ağırlaştırmıştır.

İşçi sınıfının çoğu köylülükten gelmedir; hâlâ köylerinden bağlarını tamamen koparmamışlardır ve köyleri ile ilişkilerini sürdürmektedirler. Bu ilişki kırdan şehre gelişecek olan halk savaşında önemli rol oynayacak ve devrimci mücadeleyi kolaylaştıracaktır.

Ortak Pazar ülkelerinde – özellikle Almanya, Fransa ve Hollanda’da yoğunlaşmış – yarım milyonun üstünde işçimiz çalışmaktadır. Bu, Türkiye’deki işçilere oranla daha yüksek bir rakamdır. Yurt dışında çalışan işçilerimiz Türkiye’ye döndüklerinde devrimci mücadeleyi büyük ölçüde etkileyeceklerdir. Bunların bir kısmı döndüklerinde küçük üretici veya küçük burjuvazi durumuna gelecekler fakat bunların da büyük kısmı bu durumlarını devam ettiremeyecekler ve tekrar proleterleşeceklerdir. Bu grubun içinde seçme bir kesim ise beyinleri yıkama amacı ile kredilerle ve yardımlarla zenginleştirilecek, hatta bazı kooperatiflere ve sanayi kuruluşlarına üye edileceklerdir. Esas büyük çoğunluk, döndüğünde sınıfsal yapısında hiçbir değişiklik olmayacak hatta bir kesimi işsizler ordusuna katılacaktır. İşsizler ordusunun eritilmesinde ve döviz rezervlerimizin arttırılmasında büyük fayda umulan Avrupa’ya işçi göçü, döviz rezervlerimizin artmasına yardımcı olacak, fakat işsizler ordusunun eritilmesine belirli bir oranda fayda sağlayacaktır. Belli bir müddet sonra (hatta artık şimdi) yurt dışına işçi göçü işsizler ordusunun üyelerinin değişimi şeklini alacaktır. Çünkü Ortak Pazar ülkelerinin de işçi istihdam kapasiteleri dolmuş veya dolmak üzeredir. Ancak bir kısım işçi döndükten sonra diğer bir kısım gidebilecek duruma gelmiştir. Yurt dışındaki işçilerin dönüşü yeni problemler yaratacaktır. Çünkü işçi sınıfının faydalanabileceği hemen bütün haklardan faydalanan ve bu demokratik haklar ve özgürlükler sayesinde modern işçi sınıfı anlayışına sahip olan, sınıf bilincine varan yurt dışındaki işçilerimiz döndüklerinde ekonomik ve politik baskılardan ileri anlayışlara sahip olacak ve Türkiye’de tatmin olmayacaklardır. Ekonomik alanda ve buna bağlı olarak politikada itici bir rol oynayacaklar, ileri hamlelere ve patlamalara sebep olacaktır. Yurt dışında çalışan işçilerimiz devrimci mücadelemizde önemli rol oynayacaklardır.

Kaynak: Hüseyin İnan, Türkiye Devriminin Yolu (Ulusal Kültür yayınları, 1991)