Antonio Gramsci

Modern çağda yeni Prens’in baş aktörünün kişisel bir kahraman olmayıp siyasal parti, yani, farklı ulusların iç ilişkileri içinde her zaman yeni bir devlet tipi kurmayı amaçlayan, akla uygun ve tarihsel bakımdan bu erekle kurulmuş bir parti olacağı söylenebilir.

Totaliter (1) olduklarını ileri süren rejimlerde, tacın geleneksel işlevinin nasıl gerçekte belirli bir parti tarafından üstlenildiği ve tastamam bu yüzden de partinin nasıl totaliter olduğu incelenmeğe değer. Her ne kadar her parti bir grubun ve sadece bir grubun ifadesiyse de, bununla birlikte belirli partiler gerçekten bazı belirli koşullarda tek bir grubu temsil ederler; çünkü kendi grubuyla başka grupların çıkarları arasında denge ve hakemlik işlevini yerine getirirler ve tam anlamıyla karşı olan grupların bile, müttefik grupların yardım ve uygun görmeleriyle temsil ettikleri grubun gelişmesini gözetirler. “Saltanat süren ama hükmetmeyen” kral ya da cumhurbaşkanı anayasal formülü bu hakemlik görevini ve taç ya da cumhurbaşkanlığını “savunmasız bırakmama” konusundaki anayasal partilerin endişelerini açıklayan hukukî bir formüldür. Devlet başkanının yönetime ilişkin işlemlerindeki sorumsuzlukları ve tersine yönetim organlarının sorumlulukları üzerine formüller, devletin birliği, yönetilenlerin devlete ilişkin eylemleri onaylamaları kavramının, dolaysız yönetici personel ve partisi kim ve ne olursa olsun, korunması hakkındaki genel ilkenin hukukî örnekleridir.

Totaliter parti ile bu formüller anlamlarını yitirir ve böylece bu formüller yönünde işleyen kurumlar da azalır; ama işlevin kendisi, soyut “Devlet” kavramını göklere çıkaracak, değişik yollarla “tarafsız güç”ün işler ve etkin olduğu sanısını vermeye çalışacak parti ile yekvücut olur. [1933-34 : 1. Yazım 1930-32]

“Siyasal parti”den söz edilebilmesi için, (dar anlamında) siyasal eylem gerekli midir? Çağdaş dünyada, birçok ülkede esaslı ve organik partilerin, mücadele gerekliliği ya da başka nedenlerden ötürü hiziplere bölündüğü ve bunlardan her birinin “parti” ve üstelik bağımsız parti adını aldığı görülür. İşte bu yüzden çoğu kez organik (2) partinin aydın kurmay heyeti bu gibi hiziplerin hiçbirisine girmez, tersine, kendi başına, partilerin üstünde –ve bazen böyle olduğuna halk tarafından da inanılır- yönetici bir güçmüşçesine çalışır. Bir gazetenin (ya da bir gazeteler grubunun) “parti” ya da “parti hizbi” ya da “belirli bir partinin işlevi” olduğu bakış açısından hareket edilirse, bu işlev daha büyük bir belirsizlik içinde incelenebilir. İngiltere’de “Times”ın işlevi ve İtalya’da benzer bir işleve sahip olmuş olan “Corriere della Sera” (3), bunlardan başkaca adına “haber gazeteciliği” denen basının, sözde “politika-dışı” basının, bunlar da yetmez, yalnızca spor ya da teknik haberler veren basının işlevi düşünülsün. Aslında yönetimde tek ve totaliter bir parti bulunan ülkelerde olay ilginç görünüşler sunmaktadır: çünkü böylesi bir parti saf olarak siyasal bir işleve artık sahip değildir, yalnızca tekniğe, propagandaya, kolluk görevine, moral ve kültürel etkilemeye ilişkin işlevlere sahiptir. Siyasal işlev dolaylıdır: çünkü başka yasal partiler yoksa bile, kanun yoluyla engellenemez ve kendilerini fiilen ya da yönelimler olarak gösteren başka partiler vardır ve bunlarla sanki bir kördöğüşündeymiş gibi tartışılır ve mücadele edilir. Her halükârda böylesi partilerde özel bir siyasal sözlük kullanıldığından kültürel işlevler başatlık kazanır, yani siyasal sorunlar kültürel biçimlere bürünür ve böylece çözümlenmez duruma geçerler.

Tersine, geleneksel bir parti öz olarak “dolaysız” bir niteliğe sahiptir, yani açıkça “eğitici” (lucus (4), vb.), moral, kültürel (!) yönleri olduğunu açıklar, ayrıca özgürlük yanlısı bir harekettir: adına dolaysız eylem denilen (terörcü nitelikli) eylem bile, örnek göstererek “propaganda” biçiminde kavramlaştırılır: bu da, özgürlük yanlısı hareketin özerk olmadığı, ancak başka partilerin yanında “onları eğitmek için” bulunduğu yargısını daha da güçlendirir. Her organik parti içinde bir “özgürlükçülük”ten söz edilebilir. (“Aydın özgürlükçüler” başat toplumsal grupların büyük partilerine ilişkin bir “marjinallik” biçimi değil de nedirler?) “Ekonomistlerin (5) tarikatı” bu olayın tarihsel bir biçimidir.

Böylece, öyle olduklarından ötürü siyasal eylemden soyutlanabilecek iki “parti” biçimi göz önüne gelmektedir: kültür, genel ideolojik görüş açısından, yakın partilerin (bunlar aslında organik bir partinin iç hizipleridir) büyük hareketini yönetme işlevine sahip olan kültür alanından gelme seçkinlerce kurulmuş parti ve daha yakın zamanlarda görülen, seçkinlerin değil de, kitlelerin partisi ki bu kitleyi meydana getirenler kitle olarak, görülen ya da görünmeyen siyasal bir merkeze, askerlikteki gibi genel bir sadakat gösterirler (görünen merkez çoğu kez kendilerini günışığına çıkartmak istemeyen, tersine, araya başka kişiler ya da “ideoloji” koyarak, dolaylı olarak çalışmak isteyen güçlerin kumanda mekanizmasıdır). Kitle yalnızca “manevra”ya konu olur ve kendi içindeki çelişki ve yoksullukların kendiliğinden çözülüp iyileştirileceğini anlatan ahlâkî vaazlarla, duygusal dürtüklemelerle, gelecekteki masal çağlarından söz eden mesihvari esatirlerle “doldurulur”. [1933]

Siyasal bir partinin tarihi yazılmak istendiğinde gerçekte sanıldığından daha az basit bir dizi sorunla başa çıkmak gerekir, örneğin, bu konuda uzman sayılan Robert Michels’e (6) bakılabilir. Bir partinin tarihi ne olacaktır? Siyasal bir örgütün iç yaşamının saf bir anlatımı mı olacaktır? Parti nasıl doğar, partiyi kuran ilk gruplar, programını dünya ve yaşam anlayışını oluşturan ideolojik tartışmalar nelerdir? Böylesi bir durumda dar aydın gruplarının tarihi ve bazen tek bir kişiliğin siyasal biyografisi söz konusu olur. Öyleyse tablonun çerçevesi daha geniş ve kapsayıcı olacaktır.

Öncüleri izlemiş, güveni, sadakati ve disiplini ile onları desteklemiş ya da onları bazı girişimleri karşısında ya pasif kalarak ya da dağılarak eleştirmiş olan belirli bir insanlar kitlesinin tarihini yazmak gerekecektir. Ancak bu kitle yalnızca parti üyelerinden mi meydana gelmiş olacaktır? Kongreleri, oylamaları, vb., yani bir parti kitlesinin iradesini dışlaştırdığı faaliyet ve varlık biçimlerinin bütününü incelemek yeterli olacak mıdır? Açıktır ki, belirli bir partinin, ifadesi ve en ilerlemiş bölümü olduğu toplumsal grubu hesaba katmak gerekecektir: yani, bir partinin tarihi belirli bir sosyal grubun tarihi olmak gerekecektir. Ama bu grup(çevresinden) soyutlanmış değildir, dostları, yakınları, karşıtları, düşmanları vardır. Belirli bir partinin tarihi, ancak (toplumsal ve devletsel ve çoğu kez uluslararası karışımlar da söz konusudur) bir bütünün karmaşık tablosundan meydana çıkacaktır. Onun için denilebilir ki, bir partinin tarihinin yazılması, hiç abartmasız bir ülkenin genel tarihinin karakteristik bir yönüne başatlık kazandırmak amacıyla, monografik görüş açısından yazılması anlamına gelir. Gerçekten bir ülkenin tarihinin belirlenmesinde bir parti öz faaliyetleriyle az ya da çok ağırlık sahibi olduğu ölçüde, az ya da çok anlam ve ağırlığa sahip olacaktır.

İşte böylece bir partinin tarihinin yazılış biçiminden bir partinin ne olduğu ve ne olması gerektiği kavramı ortaya çıkmaktadır. Sekter, kendisi için içrek anlamları olduğu ve kendisini mistik bir şevkle doldurduğu içindir ki iç olaycıklarda aşka gelecektir; tarihçi ise, her şeye genel tablodaki yerine göre önem vererek, her şeyden önce partinin gerçek etkinliğini, bir olayın meydana gelmesindeki ya da başka olayların olmasının önlenmesindeki katkısına ilişkin olumlu ya da olumsuz belirleyici gücünü vurgulayacaktır. [1933-34 : 1. Yazım 1932]

Bir partinin ne zaman meydana getirildiğini, yani belirli ve kalıcı bir görevi olduğunu bilmek noktası bir sürü tartışmalara ve çoğu kez, ne yazık ki, Vico’nun sözünü ettiği “ulusların Gururu”ndan (7) daha az tehlikeli ve gülünç olmayan, bir çeşit gurura yol açar. Her gelişmenin yeni görevler doğurması ve bazı partilerin var olmalarının durduğu, yani varlıklarının tarihsel olarak gereksiz olduğu zaman tam olgunluğa erişmiş oldukları anlamında, bir parti hiçbir zaman olgun değildir demek doğru olur. Öyle ki, her parti sınıfsal bir terim olduğundan ötürü, açıktır ki, sınıfsal bölünmeyi ortadan kaldırmayı amaçlayan bir parti için mükemmellik ve tamlık artık var olmamak noktasında toplanmaktadır, çünkü artık sınıflar ve dolayısıyla bunların ifadesi ortadan kalkmıştır. Ancak burada bu özel gelişme sürecinin belirli bir momentine, bir olayın varlık gerekliliğinin hâlâ “kesin” olmadığı, tersine “büyük ölçüde” olağanüstü irade gücü olan kişilerin varlığına bağlı olduğu anlamında, bir olayın var olabildiği ya da olamadığı daha sonraki momente değinmek gerekmektedir.

Bir parti ne zaman “tarihsel bakımdan” gerekli olmaktadır? “Zaferinin”, kaçınılmaz bir biçimde Devlet olmasının koşullarının, hiç olmazsa oluşma yolunda olduğu ve normal olarak daha sonraki gelişmelerin öngörülmesine olanak tanıdığı zaman. Ancak, denilebilir ki, benzer koşullarda bir parti olağan yöntemlerle yıkılamaz mı? Buna cevap verebilmek için bir usa vurma geliştirmek gerekmektedir: bir partinin var olması için üç temel öğenin (yani üç grup içindeki öğelerin) birleşmesi zorunludur:

1) Sıradan ve ortalama kişilerin meydana getirdiği yaygın öğe ki bu kişilerin katılmaları yüksek düzeyde örgütçülük ve yaratıcılık değil de disiplin ve sadakat sayesinde sağlanır. Bunlarsız parti yaşayamaz, bu doğrudur; ama partinin “yalnızca” bunlarla varlığını sürdüremeyeceği de doğrudur. Bunlar, kendilerini merkeze, örgüte, disipline bağlayan biri bulundukça bir güçtür, ama bu birleştirici güç olmadığında dağılırlar, aciz birer toz taneciği gibi yok olurlar. Bu öğelerden her birinin birleştirici bir güç olacağı yadsınmamakta, tersine, böyle bir güç olmadıkları ya da onları böylesi bir güç haline getirecek koşulların olmadığı ya da eğer böylesi bir güç iseler, siyasal bakımdan etkin olmayan ve sonuç doğurmayan dar bir çerçeve içinde sıkışmış oldukları momentten söz edilmektedir.

2) Başlıca birleştirici öğe ki ulusal alanda merkezîdir ve kendi başına bırakıldığında hiçbir değeri olmayacak bir güçler bütününü etkin ve erkin kılar. Bu öğe yüksek düzeyde birleştirici, merkezileştirici ve disipline sokucu güçle donanmıştır ve belki de bundan dolayı icatçıdır (“icatçılık” burada bazı güç çizgilerine, bazı perspektiflere ve bazı öncüllere göre, belirli bir yöne yönelmiş olarak anlaşılırsa). Yalnız bu öğenin partiyi meydana getiremeyeceği de doğrudur, bununla beraber ilk görülen öğeye göre parti meydana getirme yeteneği daha fazladır. Ordusuz komutanlardan söz edilmektedir, ama gerçekte ordu kurmak komutan yetiştirmekten daha kolaydır. Dahası var, komutanlar yiterse yaşayan ordu mahvolmuştur, ama bilgili, aralarında anlaşmış, ortak amaçları olan bir komutanlar grubu, yoktan bir ordu yaratmakta gecikmez.

3) Bir aracı öğe ki bu, ilki ikinciyle yalnız “fizik” anlamında değil, moral ve entelektüel anlamında da temasa getirir ve birleştirir. Gerçekte bu üç öğe arasında her parti için “sabit oranlar” (8) söz konusudur ve bu “sabit oranlar” gerçekleştirildiğinde en yüksek etkinliğe ulaşılır.

Düşünceler böyle iken bir partinin olağan yollarla yıkılamayacağı ileri sürülebilir. Çünkü doğumu dağınık durumda olsa da, nesnel maddî koşullara bağlı olan ikinci öğe eğer zorunlu olarak varsa (ve eğer bu ikinci öğe yoksa her usa vurma boştur) öteki ikisinin, yani birincisinin ve bunun kendi gerekli devamı ve dile geliş aracı olarak oluşturduğu üçüncü öğenin oluşmaması olası değildir.

İkinci öğenin meydana çıkması için, yaşamsal sorunların belirli bir çözümünün gerekliliği yolunda çok sağlam bir kanının oluşmuş olması gerekir. Bu kanı olmadan ikinci öğe oluşmayacaktır, oluşsa bile zayıflığı dolayısıyla yok edilmesi gayet kolaydır. Ancak yok edilse bile, bu ikinci öğenin miras olarak, yeniden düzenlenmesi gerekli bir maya bırakması zorunludur. Bu mayanın en iyi yaşayabileceği ve düzeltilebileceği yer, gene, ikinci öğeyle en homojen olan, ilk ve son öğeler olmaktadır. Öyleyse ikinci öğenin bu öğeleri oluşturmadaki faaliyeti esastır. İkinci öğe üzerinde bir yargıya varırken ölçütler şunlardır: 1) gerçekte yaptıkları; 2) yok edilmesi varsayımı altında bunun için hazırladıkları. İki ölçütten hangisinin daha önemli olduğunu söylemek zordur. Çünkü kavgada her zaman yenilmeyi öngörmek gerekir; yenmek için yapılan kadar önemli olan bir başka şey de kendi ardıllarını yetiştirmektir.

Partinin “gurur”u konusuna gelince, bunun Vico’nun sözünü ettiği “ulusların gururu”ndan daha kötü olduğu söylenebilir. Niçin? Çünkü bir ulus varlığını sürdürmeden edemez ve var olması olayı incelendiğinde bu olayın, belki biraz iyi niyetle ve kitapları karıştırarak, anlam dolu olduğu görülebilir. Oysa bir parti kendi iradesiyle varlığını sürdürmeyebilir. Hiç bir zaman unutmamak gerekir ki, uluslararası savaşlarda ulusların her birinin ötekinin iç kavgalarla zayıflamasında çıkarı vardır, partiler de iç kavgaların öğeleridir. Öyleyse, partiler kendi öz iradeleri, öz zorunlulukları sonucu mu, yoksa yalnızca başkalarının çıkarları için mi vardırlar sorusunun ortaya atılması her zaman olasıdır (gerçekten tartışmalarda bu hiç unutulmaz, dahası var: özellikle cevabın kuşkusuzluğu ısrar nedeni olmaktadır, bu da bu noktanın etkili ve kuşku nedeni olduğu anlamına gelir). Bu kuşku içinde kıvrananın aptalın biri olması doğaldır. Siyasal olarak sorunun sadece anlık bir önemi vardır. Adına ulusallık ilkesi denen şeyin tarihinde, düşman ulusların iç düzenini bozan ulusal partiler yararına yapılan yabancı karışımlar sayısızdır. Öyle ki, örneğin, Cavour’un “doğu” siyasetinden (9) söz edildiğinde, bunun gerçekten bir “siyaset”, yani kalıcı bir eylem çizgisi mi yoksa Avusturya’yı yıpratmak için anın gerektirdiği bir savaş tuzağı mı olduğu sorulmalıdır. Aynı biçimde ufukta Fransa ile kendi ulusu arasında bir savaşı ve bir İtalyan-Fransız ittifakı tehlikesini gören Bismarck’ın, iç çatışmalarla İtalya’yı zayıflatmak için, 1870 öncesinde Mazzani’nin yönettiği hareketlere karışması (örnek: Barsanti olayı) (10) göz önüne alınabilir. Aynı biçimde 1914 Haziran olaylarında (11), kimileri, ufuktaki savaşı gören Avusturya Genel Kurmayı’nın parmağını sezinlemektedir. Görüldüğü gibi, örnek olaylar boldur ve bu konuda açık seçik fikirlere sahip olmak gerekir. Kim ne yaparsa yapsın, yaptığı kendi oyunudur varsayımı altında, önemli olan kendi öz oyununun her halükârda iyi bir oyun olmasına çalışmaktır, yani açıkça tam zafere ulaşılmasıdır. Öyleyse parti “gurur”unu boşlamak ve gururun yerine somut olayları koymak gerekir. Kim somut olayların yerine yersiz gururu geçirirse ya da yersiz gurura dayanan bir siyaset sürdürürse onun ciddiyetinden kuşkulanmak gerekir. Partilerin mazur görülebilecek bir biçimde bile başkasının çıkarına çalışmaktan, hele bu başkası yabancı bir devlet ise, bundan haydi haydi kaçınmaları gerekir. Çünkü sonra bu konuda ortaya atılan spekülasyonları kimse engelleyemez.

Hangi parti olursa olsun (hükmeden grupların olsun, hükmedilen grupların olsun) kolluk işlevi görmemesi, yani bir çeşit siyasal ve yasal düzeni korumaması kabul edilir bir şey değildir. Eğer bu etraflıca ortaya serilmek istenirse sorunun başka bir biçimde ortaya konulması gerekir: yani bu işlevin hangi biçimde ve hangi yöne yönelik olarak uygulandığı konu olarak alınmalıdır. Yapılmak istenen bir baskı mı, yoksa bir yayma işlevi midir; yani, bu işlev gerici bir işlev midir, yoksa ilerici bir işlev midir? Belirli bir parti kolluk işlevini, dışarıdan görünen, temellenmiş, tarihin canlı güçlerini engelleyen bir düzeni korumak için mi kullanmaktadır, yoksa halkı, siyasal ve yasal düzeni programlı bir ifadeye bürünmüş, yeni bir uygarlık düzeyine ulaştırmak yönünde mi kullanmaktadır? Gerçekten bir yasaya karşı gelenler şu üç gruptandırlar: 1) yasanın güçten düşürdüğü gerici toplumsal öğeler; 2) yasanın baskı altında tuttuğu ilerici öğeler; 3) yasanın temsil edebileceği uygarlık düzeyine henüz erişememiş öğeler. Öyleyse bir partinin kolluk işlevi ilerici ya da gerici olabilir. Kolluk, işlevi güçten düşürülmüş gerici güçleri yasallık çerçevesi içinde tutmaya çalıştığı ve geri kalmış kitleleri yeni yasallık düzeyine yükseltmek istediği zaman ilericidir; tarihin canlı güçlerini baskı altında tuttuğu ve arızî, tarihe ters düşen aşılmış bir yasallığı sürdürdüğü zaman gericidir. Aslında belirli bir partinin işleyişi ayırt edici ölçütleri vermektedir: parti ilerici olduğu zaman “demokratik” bir biçimde işler (demokratik merkeziyetçilik anlamında); gerici olduğu zaman “bürokratik” bir biçimde işler (bürokratik merkeziyetçilik anlamında). Bu ikinci halde parti yalnızca uygulayıcıdır, kararlaştırıcı değil: bu durumda teknik bakımdan bir polis organıdır, kendine verilen “siyasal parti” adı mitolojik nitelikte bir mecazdır. [1933]

Dipnotlar:

(1) Gramsci’nin bu sözcüğü, bugünkü kazandığı anlamın tersine, aşağılayıcı anlamında kullanmadığını belirtmek gerekir. Bu sözcük kendisi için yansız bir sözcüktü ve “her şeyi kapsayıcı ve birleştirici” anlamına gelmekteydi.
(2) Gramsci’nin “organik” nitelemesinin tanımı, temel toplumsal sınıflardan biri içinde düşünme ve daha önemlisi, örgütlenme işlevinin yerine getirilmesine bağlıdır. (Bu konuda bkz.: Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 1, s. 125’teki “Gramsci’ye Göre Aydınlar” maddesi).
(3) Corriere della Sera (Akşam Postası) Milano sanayicilerinin liberal tutucu ideolojik yaklaşımlarının dile getirilmesi için kurulmuş bulunmaktadır. Yönetimindeki Luigi Albertini’nin de katkılarıyla 1900 yılından itibaren en önde gelen burjuva organı olmuştur. Faşizm sırasında rejimin yanında yer alan gazete, faşizmin sona ermesinden sonra eski konumuna dönmüştür.
(4) Burada ortaçağda ün kazanan Latince bir deyimin simgelediği sahte bir etimolojinin ilk sözcüğü verilmektedir. Tamamı Lucus a non lucendo’dur ve şu anlama gelir: “Bir tahta (lucus) hiçbir ışık (lux) vermediği için böyle adlandırılır”. Buradaki bağlamındaysa gönderme yapılan etimoloji anarşistlikle ilgilidir. Bunların toplumun eğiticileri olduklarına ilişkin iddialarına karşılık Gramsci, belki böyle olmadıklarından öyle olduklarını cinaslı bir biçimde ileri sürmektedir.
(5) XVIII. Yüzyılda Fransa’daki Fizyokratlar.
(6) Robert Michels (1876-1936) daha sonraları önce İsviçre’ye sonraysa, vatandaşlığını Mussolini rejimi içinde kazanmış olduğu, İtalya’ya göç etmiş olan Alman sosyologudur. Almanya’dayken sosyal demokrat eğilimliydi. Michels ileri sürmüş olduğu “oligarşinin tunç yasası” nedeniyle ün kazanmıştır. G. Mosca ve V. Pareto ile oluşturduğu siyasal seçkinler teorisiyle de tanınmıştır. Gramsci’nin onun yöntemini ve siyaset anlayışını beğenmediği ve yadsıdığı bilinmekteyse de, bir ölçüde onun dolaylı etkisi altında kaldığı ve devrimci olmayan dönemlerde toplumsal ve siyasal yapılar hakkındaki kendi kuramını oluştururken onun seçkinler kuramının etkilerinden uzak kalmadığı ileri sürülmektedir. (Bknz: G. Galli, “Gramsci e la teoria dele eit”es” – “Gramsci ve Seçkinler Teorisi”, Gramsci e cultura contemporanea – Gramsci ve Çağdaş Kültür, Cilt II içinde, ss. 201-217.)
(7) “Ulusların gururu” hakkında Diodorus Siculus’un bilgece bir deyişi vardır. Ona göre, “ister Helen ister Barbar olsun, her ulusun öteki uluslardan önce insan yaşamındaki rahatlık sağlayıcı öğeleri bulmuş olduğuna ve kendi anımsanan tarihinin başlangıcına kadar gittiğine ilişkin bir övünmesi vardır”. The New Science of Giambattista Vico, Cornell, 1968.
(8) Bknz. Daha ilerdeki “Sabit Oranlar Teoremi” bölümü.
(9) Başka bir deyişle Piemonte’nin İngiltere ve Fransa’yla ittifak kurması sonucu, Rusya’nın karşısında 1855’de Kırım Savaşı’nda çarpışacak silahlı kuvvetler göndermesi.
(10) 24 Mayıs 1870’de Mazzini’ci bir onbaşı olan Pietro Barsanti Pavia’daki kışlaya kırk cumhuriyetçi yandaşıyla, “Yaşasın Roma! Yaşasın Cumhuriyet! Kahrolsun Meşrutiyet!” bağırışlarıyla saldırmıştır. Hemen tutuklandıktan sonra 27 Ağustos 1870’de kurşuna dizilmiştir.
(11) Ancona’daki “Kızıl Hafta”. Bu olaylar sırasında, en önemli olay olarak, Malatesta’nın söylev verdiği bir toplantıda askerî birlikler göstericiler üzerine ateş açıp üç kişiyi öldürmüş on beş kişiyi de yaralamıştır. Bu olay bir genel greve ve ülke çapında gösterilere yol açmıştır.

Kaynak:
Antonio Gramsci, Modern Prens
Çeviri: Pars Esin
Birey ve Toplum Yayıncılık
Birinci Baskı: Şubat 1984