Orhan Yalçın Gültekin
12 Mart 1971 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri, Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri komutanı Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri komutanı Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri komutanı Muhsin Batur’un imzasıyla Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a verilen bir muhtırayla hükümeti istifaya zorlamış ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinin emir-komuta zinciri içerisindeki ilk askerî darbesini yapmıştı.
Bu dönemde kimileri savaşı kırlarda ve kentlerde sürdürürken yaşamlarını yitirdiler, kimileri de darağaçlarına asıldılar. Bunların adlarını hemen hepimiz biliyoruz. Öyle bir etki bıraktılar ki, adları tarihe silinemez biçimde kazındı. Çoğumuz çocuklarımıza onların adlarını verdik.
Ne ki savaşım tek boyutlu değildi, yaşamın tek boyutlu olmadığı gibi… Herkes, kendi çapında ve meşrebince, kimileri büyük adımlarla, kimileri karınca kararınca verili düzene karşı savaşımı sürdürdü. Ölenlerin dışındakilerin adlarını yeterince kazımadık belleklerimize. Belki belli bir süre için belli anlamları oldu; sonra ya unuttuk ya da yeterince önemsemedik.
Yaşama erken veda etmemenin bedelleri vardır: Siyasî kamplaşmalardaki yer değiştirmeler, yeniden ve yeniden saflaşmalar, bir zamanlar birlikte yürüdüğünüz ya da yollarınızın kesiştiği insanların o tarihsel dönemlerdeki katkılarını küçümsemenize, önemini bir kenara bırakmanıza ya da büsbütün unutmanıza sebep olur.
İnsanoğlunun kötü huyudur: Bugün ayrı düştüğünüz, karşı düştüğünüz insanların bir zamanlar sizin üzerindeki emeklerini yok sayar, bugünlerine saldırırken geçmişlerini de silersiniz.
Server Tanilli, sizin için öyle biri midir, kendinize sorun.
Ben size bir bilim adamının 1970’li yıllardaki öyküsünü anlatmaya, o günleri sizlere anımsatmaya çalışacağım. Genç kuşakların da bu yaşanmış öyküden ders alacaklarını umuyorum.
Karanlıkta bir kibrit
THKO savaşçıları Cihan Alptekin, Yusuf Aslan, Ömer Ayna, Sinan Cemgil, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Kadir Manga, Alpaslan Özdoğan, İbrahim Öztaş, Niyazi Yıldızhan ile THKP-C savaşçıları Saffet Alp, Hüdai Arıkan, Ahmet Atasoy, Ulaş Bardakçı, Hüseyin Cevahir, Mahir Çayan, Koray Doğan, Sabahattin Kurt, Sinan Kazım Özüdoğru, Ertan Saruhan, Nihat Yılmaz, yaşamlarını yitirmiş, İbrahim Kaypakkaya TKP/ML ile TİKKO’yu yeni kurmuştu. Avni Gökoğlu THKO’yu toparlama çalışmalarını sürdürüyor, devrimciler işkenceli sorgular ardından sokuldukları hapishanelerde kayıpların ardından bir şey yapamamanın kahredici hüznünü yüreklerinde taşıyorlardı. Yurt dışına çıkabilmiş az sayıda aydının yarı-askeri faşist diktatörlüğe karşı sürdürmeye çalıştığı savaşım da sonuç alıcı olmaktan uzak kalıyordu.
Böyle bir ortamda Şişli İktisadî ve Ticarî İlimler Yüksek Okulu’nun müdürü Doçent Dr. Kıvanç Ertop, 1972-1973 ders yılına müfredata eklediği yeni bir ders ile girme çalışmasının heyecan ve telâşı içindeydi. Dersin adı “Uygarlık Tarihi” olacak ve liselerden yüksek öğretim kurumlarına gelen öğrencilerin “kültür açığı” giderilecekti. Dersin verilmesi için Doçent Dr. Server Tanilli ve Doçent Dr. Cevat Çapan görevlendirilecek ve 1972-1973 ders yılıyla “karanlıkta bir kibrit” çakılacaktı.
Bir “Muhbir Vatandaş”
Daha henüz bir CHP-MSP koalisyonu doğuracak 1973 Genel Seçimi yapılmamıştı. İstanbul Yüksek Öğrenim Kültür Derneği henüz kurulmamıştı ama kuruluş için hummalı bir faaliyet yürütülüyordu. 12 Mart’tan sonra kurulan ilk sosyalist parti olan TSİP, bu unvanı alabilmek için bir yıldan fazla beklemek zorundaydı.
Dersler verilmeye başlanmıştı, elbette kazan da kaynamaya… Ders notlarının derlenip toparlanması ve teksirle basılması için 7 Nisan 1973’ü beklemek gerekecekti. 5 Nisan 1973 tarihli “Önsöz”de Server Tanilli, “öğrencilerin liselerden nasıl bir ‘kültür açığı’ ile geldiklerini” ve bu açığın “öğrenci ile öğretici arasında bir ‘kültürel diyalog’ kurulma’sını engellediğini anlatıyor ve dersler sayesinde öğrencilerin “temel kültürden ve dünyadan “bîhaber” hayata atılmaları(nın) önlenmiş” olacağını vurguluyordu.
Birilerinin rahatsız olduğu açıktı. “Muhbir vatandaş”, tarihsiz ve imzasız bir mektupla Tanilli’nin Ders Notları ile komünizm propagandası yaptığını ihbar etmekte gecikmeyecekti. İstanbul İktisadî ve Ticarî İlimler Akademisi Başkanı Ord. Prof. Dr. Necdet Sayar imzalı 25 Nisan 1973 tarihli yazıyla keyfiyet Şişli İktisadî ve Ticarî İlimler Yüksek Okulu Müdürü Doç. Dr. Kıvanç Ertop’a iletilecek, Doç. Dr. Kıvanç Ertop da 7 Mayıs 1973 tarihli bir yazı ile Ord. Prof. Reşat Kaynar, Prof. Dr. Süleyman Barda ve Prof. Dr. Vakur Versan’ı “Ders Notlarının incelenerek notlarda bilimsel gerçeklerin dışına çıkılıp, her hangi bir ideoloji propagandası yapılıp yapılmadığının bir raporla bildirilmesi” isteğiyle görevlendirecekti.
Üç bilim adamı, hazırlamış oldukları 22 Mayıs 1973 tarihli raporda değerlendirmelerini şöyle ifade edeceklerdi:
“Doç. Dr. Server Tanilli tarafından ders kitabı olarak yazılan eserin tamamiyle konuyu kapsayan bilgileri ihtiva etmekte olduğu, bilimsel gerçeklerin dışına çıkılmadığı ve herhangi bir ideoloji propagandası yapılmadığı görülmüştür.”
Hiçbir iyilik cezasız kalmaz
Avni Gökoğlu’nun sınırda girilen çatışmada, İbrahim Kaypakkaya’nın Diyarbakır’da işkenceli sorguda öldürülüşünün üzerinden iki yıla yakın zaman geçmişti. CHP-MHP koalisyonu araya Kıbrıs Barış Harekâtını sığdırdığı yaklaşık on aylık icraattan sonra dağılmış, dört aylık Sadi Irmak hükümetinden sonra meşhur 1. Milliyetçi Cephe Hükümeti kurulmuştu.
Türkiye Solu, 12 Mart yenilgisinin yaralarını sarmaya çalışıyor, çalışırken de amip gibi bölünmenin tohumlarını ekiyordu. Ne kadarıyla sivil ne kadarıyla devlet içindeki gizli odaklarla iç içe olduğu ayrılamayacak faşist saldırılar ise giderek yoğunlaşıyordu. Takvimler 8 Mart 1974′ü gösterdiğinde 30 kadar faşist Atatürk Öğrenci Yurdu’na baskın düzenliyor, 19 Aralık 1974′de Şahin Aydın öldürülüyordu. 23 Ocak 1975′de Vatan Mühendislik Yüksek Okulunu basan faşistler, Kerim Yaman’ı öldürüyorlardı.
Uygarlık Tarihi konusunun kapandığını sananlar ise yanılmaktaydılar. Hiçbir iyiliğin cezasız kalmayacağı ise bir gerçek olarak ortada durmaktaydı.
Bu sefer devreye İstanbul Cumhuriyet Savcılığı girer. İstanbul Cumhuriyet Savcılığı 3.4.1975 tarih, 1975/88 Mv. Sayılı yazısı ile İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’nden, “Doç. Dr. Server Bediî Tanilli’nin İ.İ.T.İ.A. Şişli İktisadî ve Ticarî İlimler Yüksek Okulu’nda okunan Uygarlık Tarihi isimli ders notlarında komünizm propagandası yaptığı, öğrencileri Marksist eylemlere teşvik ve tahrik ettiği ihbar ve iddia edildiğinden ve bu iddialar adı geçenin görevi ve görevinin ifası ile ilgili bulunduğundan hakkında 1750 sayılı kanunun 65 inci maddesi uyarınca işlem yapılması”nı ister.
Emir büyük yerden gelince, bilirkişi de emri veren makamla örtüşen bir isim olacaktı elbette. İstanbul Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Halûk Alp, 14 Nisan 1975 günlü ve Zat İşleri Müdürlüğü başlıklı “Zata Mahsus” işaretli yazısıyla “Sayın Prof. Dr. Nurullah Kunter”i soruşturman olarak tayin edecekti.
Herkesin saygı duyduğu ve Ceza Yargılama Usulü alanında otorite kabul edilen ve sonradan Ceza Muhakemesi Hukukunun ilim hali¬ne gelmesinde en büyük katkıyı yapan kişi olarak Vural Savaş tarafından değeri (!) vurgulanacak olan Prof. Dr. Nurullah Kunter, Ord. Prof. Reşat Kaynar başkanlığındaki kurulun verdiği raporun geçerli olmayacağını belirtmeyi ihmal etmez “rapor”unda. Gerekçeler ise ilginçtir:
“… kurulun, ders notu kitabının tamamiyle konuyu kapsadığı, bilimsel gerçekler dışına çıkılmadığı, herhangi bir ideoloji propagandası yapılmadığı yolunda 22.5.1973 tarihli bir rapor verdikleri görülmüş ise de; üç kişi bilirkişi olarak yetkili mercice seçilmiş ve yemin ettirilmiş olmadıklarından…”
Kendisi de yemin etmemiş olan Prof. Dr. Nurullah Kunter, hazırlamış olduğu “rapor”unda “Sanığın ders kitabında bulunanları derste okuttuğu kabul edilebileceğine, kitaptaki sözlerin bir bütün olarak incelenmesi sonunda, ilerde Mahkemece ‘proletarya sınıfının diğer sınıflar üzerinde hâkimiyetini kurması gerektiği fikrinin öğrencilere propagandasını yapmak veya övmek şeklinde tavsifi mümkün bulunduğuna göre, Ceza Kanununun 142. Maddesinde öngörülen bu suç hür demokratik düzen aleyhine işlenmesi ve Devlet güvenliğini doğrudan doğruya ilgilendirmesi sebebiyle…” sonucuna vararak “rapor”unu doğrudan “İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Savcılığına gönderilmesine (de) karar verir.”
Sıkı bir soruşturma yapmıştır Nurullah Kunter ama propaganda yapıldığı izlenimi almadıklarını söyleyen tanıklarınkiler bir yana, Tanilli’yi suçlayan Milliyetçi Hareket Partisi Şişli Gençlik Kolu üyeleri Sıddık Akyıldız ve Kâmil Yıldız ile Mustafa Demir’in ifadelerini de raporunda değerlendirmekten imtina etmiştir. Üstelik Sıddık Akyıldız, Tanilli’nin nasıl komünizm propagandası yaptığını açıkça anlatmışken:
“… kapalı ifadelerle propaganda yapmaktadır, Marksizmi anlatırken hoca, övgü teşkil edecek tavırlara girmektedir. Çaykovski’den Rus Millî Marşı gibi millî bütünlüğümüzü zedeleyici mahiyette plak ve müzik örnekleri dinletmektedir.”
Her ne kadar son dersini verirken “kanunlar ideallere değil, ideolojilere hiç değil, sadece ve sadece toplumun şartlarına dayanmalıdır” demiş olsa da, henüz son dersini vermemiş olduğundan bu sözü henüz geçerli sayılmayan Prof. Dr. Nurullah Kunter, yazmış olduğu kitapları okumadığını da “soruşturman” görevini yerine getirirken kanıtlayacaktı “münafıklar”a göre.
Gerçi DGM Savcısı Hak. Kd. Bnb. Taylan Erimer, “Ders notlarını bütünüyle inceleyen, tetkikle görevli Nurullah Kunter’in raporu ise, ilmî açıdan doyurucu ve detaylı görülmüş olup, ilmî değeri olduğunda şüphe götürmeyen bu rapordan sonra bir bilirkişi tetkikatına dahi lüzum görülmemiştir” diyerek Nurullah Kunter’in hakkını teslim ediyorduysa da Tüm Öğretim Üyeleri Derneği’nin Prof. Macit Gökberk başkanlığında Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil, Prof. Dr. Berna Moran, Prof. Dr. Nuri Karacan ve Prof. Dr. Öztekin Tosun’dan oluşan bir kurula düzenlettiği rapor aynı kanıyı içermiyordu. Onlara göre durum şuydu:
“Soruşturmacının görüşleri tarafsız ve objektif değildir. (…) Prof. Nurullah Kunter’in raporunun zorlama, yakıştırma, ekleme yoluyla oluşturulduğu, kitabın 3 üncü sayfasındaki proletaryanın ihtilâl yoluyla burjuvazinin sömürüsüne son vereceği yolundaki açıklamaların Marks ve Engels’e ait olduğu, aynı biçimde işçi sınıfının iktidarı ele almasıyla önce proletarya diktatörlüğünün kurulacağı, ikinci aşamada sosyalist rejimin gerçekleşeceği, daha sonra komünist topluma ulaşılacağı yolundaki görüşlerin de Tanilli’ye ait olmadığı, bunların da Marks ve Engels’in düşüncelerinin açıklaması olduğu, dolayısıyla Türk Ceza Yasası’nın 142 nci maddesi kapsamına giren bir suçun bulunmadığı, eserin gerek kaynakları gerekse vardığı sonuçlar bakımından bilimsel objektifliğe aykırı olmadığı…”
Aynı kanıda olmayan başkaları da vardı. Milletvekili, yazar, ozan ve çevirmenler, gazeteciler, tiyatro ve televizyon sanatçıları, ressam, karikatürist ve heykeltıraşlar, müzisyenler, avukatlar, DPT uzmanları, profesör, doçent ve asistanlar, demokratik kitle örgütleri temsilcilerinden oluşan 774 kişi, “Server Tanilli’nin ‘Uygarlık Tarihi’ ders notlarında ileri sürülen bütün düşünce ve tahlilleri aynen paylaşıp paylaşmadığımız meselesinden ayrı olarak, bu bilimsel eseri kendi eserimizce imzalamayı demokrasinin düşünce ve bilim özgürlüklerinin ve akademik özgürlüklerin savunulması adına görev biliriz.” diyerek duruşlarını ortaya koyuyorlardı.
Server Tanilli, 30 Eylül 1976 tarihli “Savunma”sını şöyle bağlıyordu:
“Sayın Başkan, Sayın Üyeler,
Çağına ve toplumuna karşı görevini yerine getirmiş bir hocanın huzuru içindeyim şu anda. Yazdıklarım, yazılması gereken şeylerdi. Bugün yazmaya kalkmasam –en azından- gene aynı şeyleri yazardım. Hiçbiri hakkında en ufak bir pişmanlık duymuyorum. Kaleminden çıkmış her cümlenin, –cümle ne demek- her kelimenin ve hecenin altında, entelektüel şeref ve haysiyetim yatmaktadır. İnsanım, hayatta dönebileceğim şeyler olabilir. Ama entelektüel şeref ve haysiyetimden –ölüm bahasına da olsa- dönemem. Attila İlhan’ın o yeni ve unutulmaz şiirlerinden birinin son mısraları geliyor aklıma:
O sözler ki, kalbimizin üstünde
dolu bir tabanca gibi
ölüp ölesiye taşırızO sözler ki, bir kez çıkmıştır ağzımızdan
uğrunda asılırız.Ben, içinde yaşadığım çağa ve topluma karşı, bir bilim adamı olarak sorumluluğumu yerine getirdim. Şimdi sorumluluk sizde. Yalnız, unutmayınız ki, siz de çağınıza ve topluma karşı sorulusunuz. Çünkü her mahkeme kararı, onu verenlerin yalnız hayatları boyunca değil, onu verenler hayattan çekildikten sonra da anılır. İyi anılır, kötü anılır ama anılır. İsterim ki, sizin kararınız –ilerde kültür tarihinin mutlaka bahsedeceği bu dava dolayısıyla- iyi anılsın, takdirle anılsın.
Sizleri tarihin huzurunda, toplumun huzurunda sorumluluklarınızla baş başa bırakıyorum.
Hoşça kalınız.
Memlekette henüz yargıçlara kıran girmemişti. Yargıç Naci Tanrıverdi başkanlığında yargıç Lâmia Onat ve A. Nuran Tosun’dan kurulu İstanbul 5 inci Ağır Ceza Mahkemesi tarihindeki kararında demektedir:
“Bilirkişi Nurullah Kunter imzalı 16 sayfalık raporda kitaptan bazı pasajlar alınıp bunlardan sonuç çıkarıldıktan sonra, kanaat olarak sanığın ders kitabında bulunanları derste okuttuğu kabul edileceğine, kitaptaki sözlerin bir bütün olarak incelenmesi sonunda ilerde mahkemece ‘proletarya sınıfının diğer sınıflar üzerinde hâkimiyetini zorla kurması ve burjuva sınıfının ortadan kaldırılması gerektiği fikrinin öğrencilere propagandasını yapmak ve övmek’ şeklinde tavsifi mümkün bulunduğuna göre 142 nci maddede öngörülen suç unsurunun bulunduğu belirtilmiş ise de, görüldüğü gibi bu mütalaa dahi şarta muallâk bir beyan olup suç unsurunun mevcudiyetinden kesin olarak bahsedilmemektedir. Kaldı ki 22.5.1973 tarihli Prof. Reşat Kaynar, Süleyman Barda ve Vakur Versan imzalı raporu da “Server Tanilli tarafından yazılan eserin tamamiyle konuyu kapsayan bilgileri ihtiva etmekte olduğu, bilimsel gerçeklerin dışına çıkılmadığı ve herhangi bir ideoloji propagandası yapılmadığı görülmüştür” denmek suretiyle kesinlikle bu kitabın bir ders kitabı olduğu açıklanmıştır.”
“Şikâyetçilerin sanık aleyhine ve tarafgirane ithamlarına rağmen diğer şahitlerin kesinlikle derslerde, ders saatlerinde sanığın komünizm propagandası yaptığına şahit olmadıkları yolundaki beyanları, kitap hakkındaki üç kişilik profesörler heyetinin ‘ilmi bir eser olup okutturulmasında mahzur olmadığını’ bildirmiş bulunmaları ve tüm dosyanın tetkikiyle test sualleri ve Uygarlık Tarihi isimli ders notları kitabının incelenmesinde, sanığın anayasanın 20. ve 21. maddelerinin sarahatine uygun şekilde bir ilmi hazırlayıp, sıfatı ve üniversitenin müsaadesi ile bu kitabını derslerinde okuttuğu anlaşılmakta ve ilmi bir eserden dolayı bir üniversite öğretim görevlisinin kınanmasını icap ettirecek bir husus teşkil ettiği anlaşılmadığı gibi komünizm propagandası veya komünizmi övmek maksadıyla hareket ettiği de anlaşılmadığından heyetimizce sanığın beraatına karar verilmesi icap etmiştir.”
Yıllardan 1978
THKP-C HDÖ’den İlker Akman, Yusuf Ziya Güneş ve Hasan Basri Temizalp, Beylerderesi’nde kuşatıldıkları bir evde katledilmişlerdi. Türkiye Solunda saflaşmalar belirginleşmişti. Birbirlerini “Maocu Bozkurt” ve “Sosyal Faşist” olarak tanımlayanlar olduğu gibi, “Ya hu arkadaşlar ne yapıyorsunuz, sakin olun” diyenler de vardı. Bu ortamda 1 Mayıs 1977 İşçi Bayramı kutlamaları başlamış ama kontrgerilla saldırısıyla 34 kişi hayatını kaybetmiş, 136 kişi de yaralanmıştı Taksim Meydanı’nda.
Birinci Milliyetçi Cephe hükümetinden sonra bir aylık CHP hükümeti, daha sonra İkinci Milliyetçi Cephe hükümeti kurulacak, Motel Hükümeti de denilen CHP hükümeti arz-ı endam edecekti.
Saldırılar da direniş de yoğunlaşıyordu 1978 yılında.
Ocak ayında Yükseliş öğrencilerinin bindikleri arabalar kurşunlandı, sonrasında da ikinci bir bombalı saldırı düzenlendi. 24 Ocak 1978 gecesi ADMMA’nden çıkan öğrencilerin üzerine yine patlayıcı madde atıldı. Faşist cinayet örgütleri ve Kont-Gerilla ile ilgili olarak TBMM’de açıklamalarda bulunan CHP milletvekili Süleyman Genç’in evine tahrip gücü yüksek bir bomba atıldı. ODTÜ Öğretim Üyeleri Derneği ve Halkevleri Genel Merkezi, İstanbul Kasımpaşa’da bir ilkokul, Nazım Hikmet’in bir eserinin oynandığı Fatih Tiyatrosu bombalandı. Ankara Emek’te, Bursa ve Malatya’da kahvehaneler tarandı.
Şubat’ta Ankara Emek’te İbrahim Bozkurt öldürüldü. Ankara Beşevler’de durakta bekleyen öğrencilere ateş açıldı; Atilla Acartürk öldürüldü, 4 kişi de yaralandı. ODTÜ işçisi İsmail Şahin de ağaca asılarak öldürüldü. Kars, Ardahan’da lise önünde sol görüşlü bir öğrenciyi öldüren faşistin evi halk tarafından basıldı, faşist linç edildi ve ilçede yaygın çatışmalar meydana geldi.
Mart ayında Danıştay bombalandı, Elmalı TÖB-DER binası kurşunlandı. Gaziantep’te, Ankara Dikmen ve Bülbülderesi’nde 3 kahvehane otomatik silahlarla tarandı, 3 kişi öldürüldü ve pek çok kişi yaralandı.
16 Mart 1978 saat 13.20’de, öğrenciler, İstanbul Üniversitesi Merkez binasından toplu halde ve polisin eşliğinde çıkmaya başlamışlardı. Esmer, kısa boylu bir kişi, Beyazıt yönünden geldi ve elindeki bombayı, “Kahrolsun komünistler” diye bağırdıktan sonra öğrencilerin üzerine doğru fırlattı. Olay yerinde ilk anda 5 kişi parçalanarak öldü. 31’i ağır olmak üzere, 100’den fazla öğrenci yaralandı. Patlamadan sonra bu kez yine Beyazıt’a bakan yöne park eden otomobiller arasına mevzilenen 4 saldırgan, otomatik silahlarla kaçışanlara ve yaralılara yaylım ateşine başladılar. Yaylım ateşi sırasında da birçok kişi kurşunlara hedef olarak yaralandı. Yaralılardan 2 kişinin de sonraki günlerde can vermesiyle, ölü sayısı 7’ye çıktı. Öğrenci topluluğuna sözde korumak üzere eşlik eden polis, hiçbir müdahalede bulunmadı. Bomba atanı engellemedi. Kurşun sıkanları yakalamadı. Katiller, ellerini kollarını sallayarak, polisin gözü önünde olay yerinden uzaklaştılar.
İstanbul-Pendik arasında çalışan banliyö trenine sabotaj yapıldı. Ardından İstanbul’da Eminönü-Adalar seferini yapan vapurda, kanepelerin altında kamarotlardan biri tarafından bir saatli bomba bulunup denize atıldı.
Ankara’da Tandoğan’daki bir anaokuluna patlayıcı madde konuldu. İETT’nin Topkapı Garajı’na konan patlayıcı maddelerden biri patladı, birçok otobüs hasar gördü. İstanbul Belediye Sarayı ikinci kez bombalandı.
(Türkiye Gerçeği’nden Özet)
Öğretmenleri de vururlar
Nisan ayı da farklı geçmeyecekti.
7 Nisan 1978’de, Doç. Server Tanilli, saat 21.30 sıralarında evine giderken, Suadiye Avşar Sokak girişinde silahlı saldırıya uğradı. Bir otomobilden yakın mesafeden üzerine ateş açılan Tanilli, göğsünden ağır yaralandı. Tanilli’ye 5 kurşun sıkıldı; kurşunlardan biri göğsüne girdi. Diğer ikisi de vücudunu sıyırdı. Tanilli evine I50 metre kala vurulmuştu. Hastaneye kaldırılan Tanilli, “Beni bir genç öğrenci vurdu” dedi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Kürsüsü doçenti olan Server Tanilli, Üniversite’de en çok sevilen öğretim üyelerinden birisiydi.
Server Tanilli iyileşemedi, eski haline dönemedi. Felç nedeniyle hayatını tekerlekli sandalyede sürdürüyor…
(Türkiye Gerçeği’nden)
Server Tanilli, saldırıdan sonra Fransa’ya gidip uzun yıllar Strazburg Üniversitesi’nde çalıştı. 2000 yılında yurda dönüş yaptı. 2006 yılında Sertel Demokrasi Ödülü’ne layık görüldü.
Üretmeyi sürdürüyordu.
Server Tanilli, 29 Kasım 2011 Salı günü kalp yetmezliğinden yaşamını yitirdi.
Çalışmaları
• Uygarlık Tarihi(1973)
• Devlet ve Demokrasi: Anayasa Hukukuna Giriş
• Nasıl Bir Eğitim İstiyoruz?
• Yüzyılların Gerçeği ve Mirası (6 cilt)
• Candide ya da İyimserlik
• Yaratıcı Aklın Sentezi: Felsefeye Giriş
• Değişimin Diyalektiği ve Devrim
• Dünyayı Değiştiren On Yıl
• Fransız Devriminden Portreler
• Anayasalar ve Siyasal Belgeler
• Nasıl Bir Demokrasi İstiyoruz?
• İslam Çağımıza Yanıt Verebilir Mi?
• Din ve Politika
• Voltaire ve Aydınlanma
Yararlanılan Kaynaklar
Bu yazıda Uygarlık Tarihi Davası ile ilgili bilgi ve belgelerin tamamı M. Emin Değer’in Tanilli Dosyası’ndan, Türkiye’de olup bitenlerle ilgili bilgiler de Oğuzhan Müftüoğlu derlemesi Türkiye Gerçeği’nden derlenmiştir.
- M. Emin Değer, Bir Bilim Adamının Savunması: Tanilli Dosyası, İkinci Basım: Aralık 1978
- Oğuzhan Müftüoğlu (Derleyen), 1960’lardan 1980’e Türkiye Gerçeği, Patika Yayıncılık, Ekim 1989
Meraklısına
- Server Tanilli, “Uygarlık Tarihi” Önsözleri
Sevgili Yalçın,
Pınar Sağ, İbrahim Kaypakkaya’yı övmekten 10 ay ceza almış. Yazıyı yayınla da biz de altına imza atak.
BeğenBeğen