Darüşşafaka Lisesi… 1978-79 Öğretim Yılı… Lise 2 Fen öğrencisi İlhan Demirer, dedesinin arkadaşı ve komşuları Melih Cevdet Anday ile bir röportaj yapar. Edebiyat öğretmeni Kemal Bek röportajı Varlık dergisine önerir ama İlhan Demirer sürekli yazan bir yazar olmadığı için röportaj kabul görmez. Sevgili öğretmenimiz Kemal Bek, röportajı saklar ve 1978 yılında yapılan röportaj 2022 yılında gün ışığına çıkar.

Melih Cevdet Anday ile konuşan İlhan Demirer

Melih Cevdet Anday bütün basılmış ve basılmamış yapıtlarını derleyen “Sözcükler” adlı kitabıyla Sedat Simavi ödülünü aldı. Ozan sorularıma aşağıdaki yanıtları verdi:

Soru: Sizi bir ozan olarak tanıyorum. Üstelik “Garip” diye adlandırılan bir akımı başlatan üç ozandan birisiniz. Neden roman yazma gereği duydunuz?

Yanıt: Edebiyatın türleri çeşitli anlatım yollarını gösterir. Bu bakımdan ben, roman ve oyun anlatım yollarını denedim. Denebilir ki roman ile anlatılan bir şey, şiirle anlatılan bir şey, oyunla anlatılamaz. Şiirde yaratıcılığın tümceye gereksinmesi yok¬tur. Oyunda ise harekete gereksinim vardır. Roman modern dünyanın (burjuvazinin ortaya çıkışından bu yana) başlıca anlatım yollarından biri olmuş ve şiirin üzerinden bu yükü almıştır. Çünkü eskiden şiirde hikâye de anlatılırdı. Bu gün artık buna gerek yok.

Soru: Aylaklar romanında okura ne vermek istediniz?

Yanıt: Bu roman Osmanlı İmparatorluğunun son yüzyıl içindeki çöküş sürecini bir aile tarihi olarak anlatmak amacını güder. Burada mutlakiyet dönemi, meşrutiyet dönemi ve cumhuriyet dö¬nemi hızla gözlerimizin önünden geçer. Kişiler kendi çağlarına ve kendi o çağlarının görüşlerine bağlı kalınarak anlatılmıştır. Fakat hiç kuşkusuz bu kitapta tarihçi olmak iddiası yoktur. Tam tersi, belki tarihi estetikleştirmek vardır. Tarihi romanlaştır¬mak demiyorum, çünkü o tarzı hiç bir zaman tutmadım. Tolstoy’un Savaş ve Barış’ı da bir tarihî roman değildir. Orada tarihin kişileri ayrı, romancının kişileri ayrıdır. Romancı tarihî kişileri anlatırken tarihe bağlı kalmıştır o kadar. Bense Aylaklar romanımda tarihî kişilerden söz ettim, ama onları romanıma sokmadım. Hatta kendi kişilerimi anlatırken bile, kesin, belli tarihleri vermemeyi yeğledim. Bir masal gibi de okunabilir, bir gerçeğin masalı gibi. Çünkü o romanı okuyanlar, orada anlatılan kişileri bende tanıdıkları bir takım kişilerle özdeşleştirdiler. Oldu ki ben bir Davut Bey yazdımsa, okurlar ondan bir kaç Davut, Bey çıkardılar. Bütün kişiler için de aynı şey söz konusudur. Demek o kişiler romanda ortaya çıktıktan sonra çoğaldılar. Demek bol bol vardılar onlar. Sonuç şudur ki, fantazya, kurgu bir yazarı gerçeğe götürebilir.

Soru: “Aylaklar” romanınızda cinselliğe büyük yer ayırmışsınız, neden?

Yanıt: Cinsellik sorunu toplumları bizim sandığımızdan daha çok etkisi altında bulundurur. Bütün insan edimlerini en aza indirmeye kalkarsak, türün sürmesini sağlayan cinsellik ile, bireyin yaşamasını sağlayan beslenme sorunu ortaya çıkar. Entellektüel kaygıların ve etkinliklerin araya karışmadığı yerde, bu iki sorun bütün ciddiyetiyle kendini gösterir. Zihinsel etkinlikler sanki bunları örtmek için icat edilmiştir. Kuşkusuz insanları içtenlikle ilgilendiren başka sorunlar da yok değil, din, felsefe, bilim, siyaset gibi… Fakat bunlar da çoğu zaman cinselliğin ve beslenmenin yansıması biçiminde ortaya çıkmıştır. Benim romanımda ise cinsellik sorunu, öteki sorunlarla bir arada alınmıştır. Gerçek de böyledir. Ama çağımızda cinsellik sorununu bütün sorunların üstüne çıkaran yazarlar da var. Örneğin Amerikalı Henry Miller. Söz açılmışken, cinsellik sorunu bu gün hâlâ ayıp sayılarak bilmezlikten gelinmektedir. Söz gelişi bizde aileler çocuklarına bu konuyu açamazlar bile. Cinsel isteklerin doyurulması, gizli olarak yürütülür. Bu ise eğitim bakımından bir geriliktir. Gerçekte yukarıdaki iki temel sorundan, yani cinsellik ve beslenmeden hangisi önemlidir, sorusuna cinsellik diyebiliriz. Çünkü o, türün süregitmesini sağlar. Doğa için önemli olan türdür, birey değil.

Soru: Garip’ten bu yana şiir gelişiminizi, dil, içerik, ve biçim olarak anlatır mısınız?

Yanıt: Benim bütün şiirlerim, 1978’de “Sözcükler” adlı bir kitapta toplandı. Bu kitap incelendiği zaman görülebilir ki, dil bakımından ilk şiirlerimle son şiirlerim arasında büyük bir ay¬rım yoktur. Yani titizlikle Türkçe yazmaya dikkat etmişim. İlk şiirlerimde, bugün değiştirmek istediğim dört beş sözcük ya çıkar ya çıkmaz. Konulara gelince, onları da şöyle özetliyebilirim: aşk, toplumsal sınıflar arasındaki ilişkilerde görülen adaletsizlik, yaşam sevinci, doğa hayranlığı… Şunu belirtmeliyim ki, yine son kitap incelendiğinde, benim ısrarla üzerinde durduğum bir-iki tanesi var ki; bunlar beni taa baştan beri ilgilendirmişlerdir. Birincisi yabancılaşma, ikincisi zaman temaları. (Gerçekte bunlar bir araya getirilebilir) Yabancılaşma Kutsal Kitapta sözlerini okuduğumuz ilk peygamberlerden bu yana bilinen çok önemli bir konudur. İlkel toplumlarda bir insan iki üç ağaç parçasını birleştirip bir tanrı heykeli yapardı. Sonunda onun karşısına geçip tapınırdı. Demek ki tahta parçaları, kendi elinden çıktıktan sonra bağımsız bir kimlik kazanıyordu. Böylece adam kendi yaptığı şeye yabancılaşıyordu. Yabancılaşma sürdü gitti. Söz gelişi biz doğanın bir parçası olduğumuz halde ona dışarıdan bakabiliyoruz, ya da baktığımızı sanıyoruz. Kendimizi bile seyretmeye kalkıyoruz. Kendimize bile yabancılaşıyoruz. İşçiler kendi elleriyle dokudukları kumaşları mağazalardan alırken, kendi ürünlerine yabancılaşmış oluyorlar.

Bu konu beni taa başından beri meşgul etti. Buna koşut olarak da zaman sorununu işledim. Zamanın aldatıcılığı üzerinde durdum. Zaman olmadığı kanısına kadar götürdüm işi. Gerçekte hiç bir şey geçmiyordu. Fakat bize geçmiş gibi görünüyordu. Bu konuyu tarihsel konulu şiirlerde filozofik açıdan işledim. Değişiklikler varsa bu yerdedir, daha doğrusu bugün geriye baktığımda, dönüp aynı yere gelmiş bulunuyorum.

İlhan Demirer
Darüşşafaka Lisesi L. II Fen B.
Fatih Istanbul