Derhal ifade edeyim ki; insan hayatının ifnası gibi bir konuda hiç kimsenin şahsî hislerle meseleye bir başka şekilde bakması mümkün değildir. Ama derhal ifade edelim ki; Devlet nizamı, kamu düzeni, millî menfaatler, milletin ve vatanın bekası olduğu zaman meselenin, takdiri vs mahiyeti başkadır, ölçüsü başkadır. Bu bakımdan, milletvekili arkadaşlarımın bu konu hakkında vatanperver bir hüviyet içinde cereyan eden olayların kâffesinin enini, boyunu tartarak, muhtevasını bilerek gerekli reylerini izhar edeceklerinden eminim. Benim bu hususta şu veya bu istikamette bir konuşma yap-mam lüzumlu değildir. Arkadaşlarım görüş ve kanaatlerini hiç şüphesiz oylariyle tecelli ettireceklerdir. Benim burada durmak istediğim meselenin esasında; manevî sorumlulukları derece, derece bulunan bazı zevatın adeta sorumluları kurtarmak için mesuliyet çizgisinde slogan birliği yapmış olmalarıdır. (A.P. sıralarından bravo sesleri ve alkışlar.) Teessürle ifade edeyim ki; bu konuda konuşan arkadaşlarımız (her halde hepinizin dikkatini çekti) kanun teklifi üzerinde evvelâ C.H.P.’sinin eski Genel Sekreteri Sayın Ecevit usul hakkında konuştu ve itiraz etti. Bunu takiben komünist faaliyetlerinden dolayı, vatan ve millet bütünlüğünü bölme faaliyetlerinden dolayı Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmış bulunan bir siyasî partinin eski Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar konuştu. Yine Yüce Meclisçe çok yakından tanıdığımız bir zamanlar Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesinde işgal ve boykot olaylarının öncülüğünü yapan ve C.H.P. listesinden evvelce milletvekili gelip, sonra ihracedilmiş olan Celâl Kargılı konuştu.
Şayanı teessüftür ki, fikirlerine asla iştirak etmediğim ve iştirak etme imkânı bulamadığım C.H.P. Grup Başkanvekili Sayın Necdet Uğur da C.H.P. Grubu adına konuştu.
Muhterem arkadaşlarım;
Bu konuşmalar arasında o kadar bariz illiyet rabıtası var ki; 12 Marta nasıl geldik diye soranlara hemen cevap vereyim: 12 Marta işte böyle geldik. (A.P. sıralarından bravo sesleri ve alkışlar.)
TEVFİK FİKRET ÖVET (Sinop) — Devleti batırdınıs. Sizin gibi hükümetlerin yüzünden geldik 12 Marta. Hâlâ konuşuyorsunuz!
BAŞKAN — Sayın Övet, çok rica ederim müdahale etmeyiniz,
SEYFİ ÖZTÜRK (Devamla) — Şimdi evvelâ meseleyi biraz temelinden izaha bağlıyalım.
Muhterem arkadaşlarım;
Yüce Meclislerde 1960’tan bu tarafa üç önemli olayla karşı karşıya bu mevzuda kaldık. Bunlardan bir tanesi: 27 Mayıs ihtilâlinden sonra kurulan fevkalâde mahkeme (Yassıada Mahkemesi) hepinizin malumu, olduğu üzere, seçilmiş bir Parlamento ile vazife gören devrin Başbakanı, Parlamentosunu muhakeme altına aldı, ihtilâl kanunlarına göre haklarında idam cezası verdi, iki merhum Bakan, bir merhum Başbakan siyasî mahiyetteki bir suç ki, vasfı öyledir onun, çünkü ne adam öldürme vardır, ne banka soyma vardır, ne er Mevlüt’ün şehit edilmesi vardır, ne doktor yüzbaşının ölmesi vardır, ne bankadaki veznedarın beş çocuğu ile yetim kalması vardır. Bunların hiçbirisi mevcut değil. Devrin Başbakanı ve iki Bakan idam edildi. Tabiî gerekçesi üzerinde tarih münakaşasını yapar biz üzerinde duracak değiliz.
İkinci olay: 27 Mayıs ihtilâlinden sonra Türkiye’de ihtilâller, ihtilâlleri bir süre davet etti, rejim rayına oturunoaya kadar şüphesiz sıkıntılar oldu. Nasıl politikaya Ordu alet edildi? Bunun üzerinde durmayacağım, çünkü merhum eski Harp Okulu Kumandanı Kurmay Albay Talât Aydemir hakkında burada konuşurken, o fiillerin hakikî failleri ve suçluları -kimdir? Zapta onu dercettiraiştim, tekrar etmiyeceğim. Orduyu politikaya itmenin memlekete neler kazandırdığını; neler kaybettirdiğini şüphesiz hep beraber gördük, hep beraber anladık, yaşıyoruz ve bu sıkıntıları gidermek için de basiretle, sükûnetle tedbirleri izliyoruz.
Değerli arkadaşlarım;
Bu ikinci olay; Harp Okulu eski Kumandanı Kurmay Albay Talât Aydemir ile Süvari Binbaşı Fethi Gürcan ile Kurmay Yarbay Osman Denizve Erol Dinçer’in idamları olarak Meclise gelmişti. Bunlardan ikisi tasdik edildi, ikisi tasdik edilmedi.
O zaman C.H.P. Sayın Genel Başkanı Başbakandı. Gayet iyi hatırlarım; Sayın Erim’in yerinde oturuyorlardı. Hemen onların yanında Millî Savunma Bakanı ilhami Sancar yer almıştı, geride Sayın Çalışma Bakanı Bülent Ecevit vardı, ben de bu kürsüde o günün şartları içinde eski Harp Okulu Komutanının, emekli bir albayın idam edilmemesi, subayların idam edilmemesi için tamamen siyasî mahiyette ortamı, şartı, zamanı başka, mahiyeti, muhtevası, hüviyeti ayrı bir fiilden dolayı bu cezanın infaz edilmemesini istedim. Bu ne bir suçtu, ne günahtı.
Şimdi derhal ifade edeyim ki; ne merhum Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan’ m idamı hadisesinin sebebini, muhtevasını, ne de Talât Aydemir ve arkadaşlarının hadisesinin sebebini, muhtevasını biribirinden ayırmak lâzımdır, karıştırmamak lâzımdır. Bunu derhal ifade edeyim. Hele bugün tetkik ettiğimiz mevzuu bunların hiçbirisi ile mukayese edemezsiniz, biribirinden tamamiyle ayrı, şartları ayrı, mahiyeti ayrı, hüviyeti ayrı meselelerdir. Doğurduğu neticeler bakımından da başkadır, memleketin geleceği bakımından da başkadır.
Değerli arkadaşlarım;
REŞİT ÜLKER (İstanbul) — Siyasî mi, değil mi?
SEYFİ ÖZTÜRK (Devamla) — Bizim ceza mevzuatımızda siyasî suç diye bir tarif yoktur. Adî suç, siyasî suç diye bir tasnif de yapılmış değildir. Ceza kanunlarımız tetkik edilirse, «Devletin Arsıulusal Şahsiyeti Aleyihine Cürümler» başlığı ile başlar. 123 ve müteakip maddelerde yeğen, yeğen suçları tarif eder ve cezaları tarif eder ve cezalarını tayin eder.
Literatürdeki münakaşaya gelince Bendeniz o zaman (Şahsen ifade ediyorum bu kısmını) siyasî suçlar için merhum Menderes ve arkadaşlarının hicranı, iki subayımızın idama mahkûm olmasından doğan ıstırap dolayısiyle siyasî suçlarda özel bir madde ile idam cezasının kaldırılması hususunu teklif ettim. Ama karşıma Halk Partisi çıktı, karşıma Cumhuriyet Halk Partisinin Sayın Genel Başkanı, Hükümet temsilcisi olarak oraya gönderdiği bakanı ile teklifin karşısına çıktı, Cumhuriyet Halk Partisinin oylariyle de reddedoldu, bu mesele bitti.
Demek ki, literatürdeki münakaşa bizim hukukumuzda 1964 senesinde sona erdi. Ondan sonra ne oluyor? Şimdi yeni bir mesele ile karşı karşıyayız; ama mahiyeti başka (demin de arz ettim) hüviyeti başka. Bumun üzerinde münakaşa yaparken Yüce Meclisten dört hafta evvel 17 idam cezası geçiyor, hiç kimse konuşmuyor, üzerinde durmuyor. Bugün nedense bir cidal hareketi varmış gibi bu kürsüden ölüm cezalarının verilmemesi için âdeta bir şefkat, bir atıfet yarışmasına girişilmiş oluyor. Meselenin şekli bu ama, asıl altındaki öz başka.
Muhterem arkadaşlarım;
Türkiye İşçi Partisi eski Genel Başkanı Sayın Aybar arkadaşımız burada konuşurken dediler ki, idam cezaları Batıda uygulanmıyor, Fransa’da şöyle, Amerika’da böyle ve bilhassa Amerika’daki mesele üzerinde durdular ve ilân ettiler, Amerika Senatosundan, ilim çevrelerinden, ileri gelenlerden Meclis Reisimize (bana dâhil dediler) birtakım mektuplar geldi, reaksiyonlar var.
Sayın Aybar, İngiltere’de yaşlı komünistlerden Russel’in başkanlığında Vietnam meselesinden dolayı Jhonson’u idama mahkûm eden heyetin âzası, siz değil mi idiniz? (A.P. sıralarından alkışlar ve bravo sesleri.)
Değerli arkadaşlarım;
Komünistlerin taktiğini bilelim: Komünistler, kominist olmayanlara kendi ülkelerinde hayat hakla tanımazlar. Ama hür ve demokratik memleketlerde komünist olanları da ölümden kurtarmak için her çareye başvururlar. Bu taktik anlaşılmıştır. Onun için Sayın Aybar’in burada ileri sürdüğü hususları davranışı ile bağdaştırmaya ve ciddî telâkki etmeye imkân yok.
Muhterem arkadaşlarım;
Mesele nereden başladı, konusunu şüphesiz saatlerce konuşabiliriz. Yalnız şu kadarını ifade edeyim; Adalet Partisi Türk Milletinin ekseriyetinin temsilcisi olarak, milliyetçi hüviyeti içinde, programının bütün maddelerinin temel hedefi olarak bu memlekette komünizmi payidar etmemenin mücadelesi içinde kurulmuş ve devam etmiştir. (A.P. sıralarından bravo sesleri ve alkışlar.) Adalet Partisi bölücülüğün karşısında olmuştur, Adalet Partisi mutlu azınlık diyerek servet düşmanlığı yapan; mülkiyet düşmanlığı yapan, bütün tarihî ve manevî değerleri yok etmek isteyen zihniyetin karşısında olmuştur ve yıllarca bunun burada mücadelesini yapmıştır, kanun tedbirlerini getirmiştir ama karşılarında sert, aşılmaz birtakım Anayasa engelleri, birtakım özel engeller bulmuştur ve bunların neticesi olarak da bir Anayasa buhranı, bir hukuk buhraniyle karşı karşıya memleket 12 Marta gelmiştir.
Şurada sebep, burada sebep aramayalım Sayın Aybar, bazı isimleri okuduk burada biz, anarşi hareketlerinin içerisine giren bazı isimler okuduk: Bir «Veysi Sarıözen» dediğimiz zaman yerinizden fırladınız; «O yiğit savaşçı; o bizimdir o!» diye bağırdınız. Zabıtlarda var…
Bu gençler böyle himaye edildi; enseleri parti merkezlerinde okşandı. Dernekler kuruldu, yan kuruluşlar kuruldu; tahrik ve teşvik edildi. Slogan verildi.
Ne sloganı verildi; bakalım:
1965 seçimleri… Radyo konuşmalarınızı hatırlayın: «Türkiye Amerikan işgali altındadır; Amerikalılar Türkiye’den kovmadıkça; yani bağımsızlık savaşımızı yapmadıkça Türkiye’de hür ve egemen olamayız…» Bunlar sizin sözleriniz. «ikinci kurtuluş savaşı» sloganı sizin sloganınız; solcuların sloganı. Bu gençleri, «Türk halk kurtuluş cephesi» diye, sözde kendilerine göre komünist bir cephe, enternasyonal bir cephenin içine iten işte bu sloganlarınız.
Johnson’u mahkûm edersiniz; idama mahkûm… Buraya gelince…
MEHMET ALÎ AYBAR (İstanbul) — Johnson idama mahkûm olmadı. Tahrif etmeyiniz, yok öyle şey.
BAŞKAN — Müdahale etmeyiniz efendim.
SEYFİ ÖZTÜRK (Devamla) — …Buraya gelince, «’Siyasî suçlarda ceza olmaz.» NATO ittifakını en ağır dille suçlarsınız; «Türkiye’de Amerikan üsleri yoktur; Türkiye otuzbeş milyon metrekare Amerikan işgali altında, toprağını Amerikalılara vermiştir», dersiniz…
MEHMET ALİ AYSAR (İstanbul) — Evet, doğru…
SEYFİ ÖZTÜRK (Devamla) — «Bu Hükümet satılmış Hükümettir», dersiniz… Bütün bu isnatlar yapılır….
MEHMET ALİ AYBAR (istanlbul) — Yok, öyle bir şey demedim.
SEYFİ ÖZTÜRK (Devamla) — «Satılmış Hükümet» sloganı bütün mitinglerde var. Bunları burada tekrar etmeyeyim, biliyorsunuz. Zabıtlara geçti… Şimdi inkâr ederseniz mesele yok…
Muhterem arkadaşlarım, ondan sonra «yabancı sermaye» deyince düşmanlık, «NATO» deyince düşmanlık, «Meksika tipi tohumluk buğday» deyince CIA’nın oyunu; ama idam cezalarına geldi mi, «Amerikalı mehafil bunu istemiyor, buna nasıl kulağımızı tıkarız? (A.P. sıralarından «Bravo» sesleri, alkışlar.)
Muhterem arkadaşlarım, bu yabancı sermaye ile yabancı ideoloji arasında farkı Aybar hâlâ görmez mi? Sermayeye düşmansın da niye ideolojisine dostsun?…
BAŞKAN — Sayın Öztürk, bir dakikanızı rica edeyim. Çalışma ile ilgili bir önerge gelmiştir, okutuyorum.
Sayın Başkanlığa
Görüşülmekte olan konu üzerindeki müzakerenin bitimine kadar oturumun uzatılmasını karara bağlanmasını arz ve teklif ederim.
Saygılarımla.
Nevşehir Milletvekili
Hüsamettin Başer
BAŞKAN — Takriri oylarımıza arz ediyorum. Kabul buyuranlar… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir efendim.
Devam buyurunuz efendim.
SEYFİ ÖZTÜRK (Devamla) — Muhterem arkadaşlarım, «Halk savaşçıları», «Yurtsever gençler», «Kurtuluş Savaşının yiğit savaşçıları…» Bunlar bu memlekette, bu kürsülerde yıllarca işlendi ve Sayın Başbakanın ifade ettiği gibi, bu çocuklar tabiî birdenbire büyüyü vermedi… Beyinleri yıkandı üniversitelerde… Bu kürsüleri komünizm propagandası için emniyetli bir vasıta sayan – masuniyeti vardır – memleket düşmanı zihniyet, ideolojik zihniyet, her vesilede bunları tekrar ede ede ede bu memlekette vahîm olaylar oldu… Bunları inkâr edemeyiz.
Değerli arkadaşlarım, mesele tabiatiyle Türkiye’nin bekası meselesidir. Türkiye’nin dahilinde bir partilerarası mücadele değil, bir rejim mücadelesi meselesi değil; aslında varolup yok olma meselesidir, bir beka meselesidir bu mesele…
Neden?
Komünizmin milletlerarası taktiği iki stratejiyi uygular: Bunlardan bir tanesi, Silâhlı Kuvvetleriyle doğrudan doğruya memleketi istila etmek… Bu yol pahalı yoldur, kolay yol değildir. Bunu bilenler, bir başka ikinci stratejiyi uygulama yoluna gitmişlerdir. Bu strateji şudur Komünizm ideolojisini silâh yapıp bir fikir ve propoganda vasıtasiyle – yani o üslûp içinde – memleketlerinin içine girmek, masum gençleri bu işe alet etmek, sonra kır gerillası diye meseleyi köylere, kasabalara kadar yaymak, birtakım sözde aydınları bu meselede kendileri için emniyet vasıtası saymak, – hele hırslı politikacılar, şüphesiz bu işte biraz daha temayülleri fazla – olanları da yanlarına almak suretiyle hür dünyada memleketleri içeriden yıkıp, rejimleri yıkıp, komünizmi birçok memleketlerde yayıp tarsin etmişlerdir. Bu taktik bugün dünyanın en ileri memleketlerinde uygulanmaktadır. Bizim memleketimizde de, bilhassa uzun zamandan beri, yeraltı faaliyeti olarak gördüğümüz illegal komünist faaliyetler 1901 Anayasasının getirdiği geniş hürriyet havası içerisinde, Türkiye işçi Partisinin kurulup sosyalist maskesi altında komünist fikirleri memleketin içinde yaymak suretiyle geliştirdiği ve ortanın solu bidayette bu meselenin esasını tam manasiyle – zannediyorum idrak edemediği için – kol kanat germesi suretiyle bu iş gelişti, büyüdü…
Şimdi bir noktayı tespitte fayda var: 13 Ağustos 1905 tarihinde Ulus Gazetesinin manşetini okuyanlar şunu göreceklerdir: «Halkçı isen ortanın solundasın.»
Burası bizi ilgilendirmez; çünkü Sayın Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı, «Ben ortanın solu diye bir marifat icadettim», dedi. Bu mesele kendilerine ait. Ne marifettir, ne neticesi vardır; onu kendileri bilirler. Yalnız benim burada söyleyeceğim, altındaki cümle. Diyor ki, «Türkiye İşçi Partisinden başka memleket hayatında faydalı fikir getiren bir başka parti yoktur.» diyor. Tek faydalı fikri, tek yararlı fikri ortaya getiren koyan fikir sahibi parti, Türkiye İşçi Partisidir. Cumhuriyet Halk Partisi G-enel Başkanının sola vermiş olduğu bu tâviz, zannediyorum ki solda bulunanların biraz daha öteye kaymalarına imkân ve fırsat vermiştir.
Nitekim aynı tarihlerde Adalet Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı olan Sayın Süleyman Demirel, yapmış olduğu bir konuşmada – bir tarihî ifadedir – Samsun’da yaptığı bir konuşmada; «Sol bir sathı maildir; bir kere kaymaya başladınız mı, nıe zaman, nerede duracağınız belli olmaz.» demiştir.
Nitekim ortanın solundan başlayan hareket, kaya kaya kaya, bugün üzerinde münakaşa yaptığımız gençlere kadar gelmiştir. (A.P. sıralasından «Bravo» sesleri, alkışlar.)
Şimdi, muhterem arkadaşlarım, sol Türkiye’de on senede hiçbir saldırıya girmemiş… Bu iddiada bulundu Türkiye İşçi Partisi eski Genel Başkanı; Türkiye’de sol, on senede hiçbir saldırıya girmemiş… E, solun on senedir yaptığı hep saldırı. Fabrika işgallerinden başladı. Singer, Kavel tahribinden, yakma olaylarından başladı, polis öldürmeden başladı, – Devletin yedi polisi şehit olmuştur, bunu burada söyleyeyim – gençliği kırmakla başladı; ellerine silâh aldılar, bankalardan başladı… E, devam ediyor, durmadı bir yerde… Ne diyor? «Tam bağımsız, gerçekten sosyalist Türkiye kuruluncaya kadar – Che Guevara’nın bir sözü – ölüm hoş geldi safa geldi.» Parolası da bu…
Bunu nerede durduracağız? Yüce Meclis şu kararı verse, bu kararı verse, bu duracak mı bir yerde? Bu, bir yerde durur arkadaşlar!
Cumhuriyete inançla sahip çıkarsak, meşru rejimi müdafaada hep beraber kararlı olursak, ağzımızı, kanaatimizi gevelemeden, meşruiyetin yanında ve Cumhuriyetin yanında olmaya karar verirsek ancak o zaman biter bu iş… (A.P. sıralarından «Bravo» sesleri, sürekli alkışlar.)
«Nefislerini korumak için silâhlanmışlar, Türkiye’de irtica varmış…» E, bu, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın İnönü’nün 1965 Karakurt hadiselerinden bu tarafa, benim zabıtlarda tespit ettiğim bütün konuşmalarına hâkim olmuştur. Türkiye’de irtica…
Değerli arkadaşlarım, 12 Marttan sonra partilerüstü veya partiler dışı bir Hükümet işbaşında… E, soruyorum size Kim var, yani Türkiye’de hilâfeti getirmek için tehlike haline gelmiş, Cumhuriyeti yıkmak üzere? Kim var?
«Efendim, filân yerde iki hafız Kur’an kursu yapmışlar, orada yakalanmış. Biraz takke, biraz teşbih…» E, ne var ondan sonra?
Ben müdafaa etmiyorum arkadaşlar, biz Adalet Partisi olarak hiçbir kanunsuzluğu müdafaa etmedik, etmeyeceğiz, etmiyoruz… (A.P. sıralarından «Bravo» sesleri.)
Kimden ve nereden gelirse gelsin, biz kanunsuzlukların düşmanıyız; biz, gayrimeşru her şeyin düşmanıyız. Yalnız meşru olan şieyin dostuyuz; milletin dostuyuz, milletin menfaatlerinin dostuyuz.
Değerli arkadaşlarım, başlangıçta tepki gösterilseymiş bu hadiseye, yani bu anarşik olaylara başlangıçta tepki gösterilseymiş, bu kadar gelişmezmiş…
Başlangıçtan beri tepki gösterdik; ama siz tepki göstermediniz. Siz himaye ettiniz. Biz tepki gösterdiğimiz için sizin tepkinize maruz kaldık. Buradan kanunları geçirtmemek için 81 gensoru geldi, buralarda uğraştık. Muhterem arkadaşlarım, biliyorsunuz bunları.
«TRT Kanunun bir maddesini değiştirdiğiniz takdirde bu çatı başınıza yıkılır», diyenler, «Anayasanın kılına dokundurmayız» diyenler, «Kanunlar kâfidir, Anayasa kâfidir», diyenler bugün ne vaziyettedirler, tarihin önünde arkadaşlarım? (A.P. sıralarından «Bravo» sesleri, alkışlar.)
Bu Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında, gençler polis tarafından takibedildiği zaman – suçlu genç. Elinde silâh; defter, çanta filan yok – Devletin polisini burada tezyif eden arkadaşlar vardı. Bunları ben burada söylemiyorum ; herkes kusurunu bilsin.
Bu memlekette, binlerce sayfa tutan Meclis zabıtları vardır. Mensubu bulunduğumuz Hükümetin Başbakanı, Sayın Genel Başkanımızın Başbakan bulunduğu devrede yaptığı konuşmalar binlerce sayfa tutar.
Yine, her iki ayda bir, üç ayda bir, basın önüne çıkılmış basın toplantıları yapılmıştır. Binlerce sayfa da o tutar…
Bütün bunlarda memleketin bütünlüğü, birliği müdafaa edilmiş, «anarşiye karşı hep beraber olalım», denmiş; kanunların yetmediği, Anayasa boşlukları olduğu söylenmiş… Radyolardan konuşulmuş; meydan meydaın, ev ev, köy köy anlatılmış Komünizme karşı, anarşiye karşı… Aşırı ne varsa, aşırılıklara karşı… Hastalık teşjhis edilmiş, tedavi yolları üzerinde çarelerimiz gösterilmiş. Bütün bu konuşmaları yapan Başbakanın konuşmaları unutulmuş da, bir tek satır, «Efendim, caddeler yürümekle aşınmazmış…» E, bunu alıp söylüyorlar muhterem arkadaşlarım. Bu, fevkalâde gülünç oluyor. Hele yaptığımız mücadelenin içinde bulunan arkadaşlarımız, sabahlara kadar ellerimizde telsizle, anarşiyle beraber mücadele ettiğimiz arkadaşlarımızdan birisi çıkıp da, «Efendim, böyle demeseydiniz…» yani eski Başbakanımız, Sayın Genel Başkanımız, «Sokaklar yürümekle aşınır», deseydi, demek ki mesele yoktu…
E, biz diyelim bu sefer: Sokaklar yürümekle aşınır!… Halloluyor mu?
Değerli arkadaşlarım, böyle ufak şeylerden netice çıkaramayız. Bir memlekette profesörler yürüyor, hâkimler yürümüş… Onlarda kendilerine bir gerekçe buldular; biraz sonra Sayın Uğur’a geleceğim, oraya gelince buna dokunacağım… Herkes kendi kafasındaki fikri hukuk ve kanun sayınca, talbiî sokakta yürüyor. E, Anayasada da hüküm var: SilâJhlız, saldırısız yürümek, toplamak serbest… Başbakan, hukuk devleti rejimi içinde, nasıl şimdi bugün Sayın Başbakan örfî idare olmasa çıkıp da diyebilir mi ki, «Toplantı yasak, toplantı hürriyeti yasak, gösteri yürüyüşü yasak…» Diyebilir mi? Mümkün değil.
Bir memlekette Yargıtay yürüyünce, Yargıtayın yerine neyi ikâme edebilirsiniz arkadaşlar? Yargıtayı kaldırdığınız zaman yerine ne koyacaksınız Elbette, bunun yerine bir şey koyamayınca yapacağınız, şey, bir istihzadır, hafif, böyle dokunmadır; «Caddeler yürümekle aşınmaz», demek, yürüyen insanların aklıselimine hitabetmek demektir. (A.P. sıralarından «Bravo» sesleri, alkışlar) Bunun altındaki ince manayı anlamak lâzım.
Şimdi muhterem arkadaşlarım, anarşiye nereden geldik, nasıl geldik? Vaktinizi almayacağım, mevzuu da yaymak istemiyorum. Bunu başka zaman da görüşeceğiz. Adalet Partisi aylardan beri susuyor, zannetmeyin biz mânevi ezgi altında susmuyoruz. Bizim susuşumuz, sükûtumuz, memlekette normal demokratik rejim arızasız işler hale gelsin, gerçekleri millet biliyor, söylememize lüzum yok, onun için bunları tekrar etmiyoruz. Ama, siz gerçekleri inkâra kalktınız mı, bir sözünüze bin tanesini söyler, cevabını veririz, tarihi konuşturuveririz. (A.P. sıralarından «bravo» sesleri, alkışlar)
Bir gece saat 21.00, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, burada bir konuşma yapıldı; «Ellerine, bizzat kendi yazdıkları, topraksız köylü olmaz diye alıp levha ile tarla işgal edenler… Doğa kanununun gereğini yapıyorlar. Bunları durdurmak için ne devletin polisi, ne kanunları, ne jandarması yetmez. Anayasanın üstünde, doğa yasa vardır».
Bu, Marcus’ün, «Bütün yasakları yasaklayacağız» felsefesinin ta kendisi ki, anarşinin babası Marcus. Ondan sonra, Cumhuriyetin Başbakanı buraya çıkıyor, «Bu felsefenize devam ederseniz, biz yarın, mülkiyeti, tapuyu, memleketi, aileyi bütünlüğü müdafaa edemeyiz. Memleketin varlığını müdafaa edemez hale geliriz, rejimi müdafaa edemez hale geliriz. Yapmayın bunu, vermeyin bu fetvaları buradan, yazık oluyor bu memlekete..» bu üslûp içinde, bu espri içinde uzun konuşmalar yaptılar. Burada zabıtlara geçti.
NERMİN NEFTÇİ (Muş) — Reformları niçin yapmadınız?
SEYFÎ ÖZTÜRK (Devamla) — Oraya da geleceğim hanımefendi.
«İşgal, devrimci eylemdir.» İşgal devrimci eylem… Sonra çıktı Cumhuriyet… Şey, Türkiye İşçi Partisi.. Ben karıştırıyorum, özür dilerim, sürçme oluyor bazen. Ama, bilmiyorum, belki öyle görüyorum. Buraya Sayın Behice Boran çıktı, Türkiye İşçi Partisi.. Ben ifademi nezaketle kullanayım, yarın nesiller okuyacak. Bizim, en haklı meselelerde, bize en hasım olan insanlara dahi nazik üslûp içinde olduğumuzu anlasınlar.. Çıktı buraya, kürsüye geldi, işgali, Anayasa bakımından izah etmeye başladı. «Efendim, toplantı, gösteri yürüyüşü hakmış, toplantı, gösteri yürüyüşü yapabilmek için bir yerde toplanmak gerekirmiş. Bir yerde toplanmak demek, bir araziyi işgal etmek demekmiş.
O halde, Anayasaya göre, işgal haktır.» Gelin, çıkın bu işin içinden. Böyle geldi bunlar arkadaşlar, binlerce misali var.
Hülâsa, gençlik politikaya alet edildi. Bir tarihî vesikayı burada Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarım beğenecekler, onları biraz serinletelim, tarihî vesikayı huzurlarınızda tekrar edeyim. O da, 19 Mayıs 1944 tarihinde devrin Reisicumhuru ismet İnönü’nün yapmış olduğu konuşmadır. 19 Mayıs 1944 tarihinde yapmış olduğu bu konuşmada devrin Reisicumhuru Sayın İnönü şunları söylüyor; «Vatandaşlarım, bir öğretmenin kendi hususi politikasını genç nesle ve öğrencisine telkin etmesi kadar, bir cemiyette işlenmiş menfur cinayet olamaz.» Doğru.. Ama, bir müddet sonra «NATO’ya hayır» «ikili Anlaşma», «Bağımsız Türkiye» «Sosyalist Türkiye» sloganlariyle çıkan üç beş tane kandırılmış öğretmen vekâlet emrine alınınca», «öğretmen kıyımı başladı» diyor, Hükümet Başkanı Sayın Süleyman Demirel’e mektup yazıyor; «Bu boykotçu öğretmenleri cezalandırmayın» diye.
Değerli arkadaşlarım, bu tezatlar manzumesi büyük bir hacim tutar, satıh meselesi değildir. Ama, biz bu hacim tutan vesikaları, zaman buldukça tarihin zabıtlarına tescil ettireceğiz, karanlık taraflarını aydınlatıp vatandaşların bilgisine sunacağız. Zaten haklı olduğumuzu bilen bugünkü kamuoyu ve Türk Milleti, aydın çevreler, çok daha haklı olduğumuzu takdir etme durumunda olacaklardır. (A.P. sıralarından alkışlar)
Hülâsa, slogan birliği içinde olunmuştur, eylem birliği içinde olunmuştur, ve bu anarşi hareketleri devleti yıkma noktasına kadar gelmiştir. Şimdi, devleti yıkma noktasına gelen bu anarşiyi nasıl önleyeceğiz, nasıl çare bulacağız? Münakaşalarını yaparken, her türlü siyasî düşünceden arınıp, bir millî Meclis hüviyeti içlnde, bir millî cephe birliği içinde, hislerimizi bir tarafa itip, yaptığımız kusurları, hataları bir tarafa itip, geçmişin muhasebesini bırakıp, elbirliğiyle memleketi ve Cumhuriyeti korumaya kararlı. olmalıyız arkadaşlar. Bu kürsülerden, gelecek için yatırım yapma hevesleri memlekete hayır getirmez. Genç arkadaş, bağımsız milletvekili Kargılı, şu reaksiyon olur, bu reaksiyon olur, tehditkâr sözler falan…
Muhterem arkadaşlarım, hiçbirimiz şahsımız için yaşamıyoruz. Şerefimiz için yaşıyoruz, milletin İstikbalini mâmur yapmak için yaşıyoruz. Bu tertiplere girmeyin… (A.P. sıralarından alkışlar, «bravo» sesleri)
Değerli arkadaşlarım, sözlerimin son kısmını Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan Sayın Necdet Uygur arkadaşımın… (C.H.P. sıralarından «Uğur» sesleri) Affedersiniz, Uğur, yazarken olmuş.. Necdet Uğur arkadaşımın… (C.H.P. sıralarından gülüşmeler) Siz hayatınız boyunca hata yaptınız parti olarak, ben bir kelime hatası ettim, kınamayın. (A.P. sıralarından gülüşmeler. C.H.P. sıralarından gürültüler) Anayasanın öngördüğü düzeni..
BAŞKAN — Müdahale etmeyiniz efendim, müdahale etmeyiniz.
SEYFİ ÖZTÜRK (Devamla) — Anayasanın öngördüğü düzeni tam kuramamış olmak Türkiye’yi bu hale getirmiştir. Değerli arkadaşlarım, bu görüşte birleşemeyiz, sorumlusu kimdir?
NERMİN NEFTÇİ (Muş) — Sizi yine biz kurtaracağız.
BAŞKAN — Müdahale etmeyiniz efendim, müdahale etmeyiniz.
OSMAN YELTEKİN (Kars) — Kurucu Mecliste konuştukların ne oldu?
SEYFİ ÖZTÜRK (Devamla) — Anayasanın öngördüğü düzeni kuramamanm sorumlusu kimdir? Hepimiz… ifade buyurdular Sayın Uğur, «hepimiz» dediler. Ve gerekçesini de buna bağladılar.
Muhterem arkadaşlarım, bunu kabul etmiyoruz. Türkiye’de, Anayasanın öngördüğü düzenin tam kurulamamış olmasının, komünizan faaliyetlerin vasıtası olduğunu kabul etmiyoruz. Bu, aslında, solcuların iddiasıdır. Bu, solcuların iddiasıdır, Sayın Uğur’u tenzih ederim.
Neden böyledir? Buradan hareket ettiğiniz zaman, anarşiyi durduramazsınız. Durdurmanıza imkân yok. Nitekim beynelmilel komünizm, her türlü sınıf tezatlarını, ekonomik tezatları, bu gibi sebepleri ortaya koymuş, ideolojisini yaymaya devam ediyor. Bakalım, Kanada’da Quebec Kurtuluş Cephesinin sloganı ne? O da, bu, Kanada’da gayri safi millî hâsıla şu, fert başına 2 900 dolar, 3 800’e çıktı şeye göre.. Teknolojide ileri gitmiş, aynı sırada. Japonya da aynı. Fransa da aynı. Amerika da, Batı-Almanya da aynı… Demek ki, Japonya’nın seviyesine gelsek dahi, Sayın Uğur’un noktai nazarına göre yine Türkiye’yi anarşiden kurtaramayacağız. Neden? Çünkü, Anayasanın öngördüğü reformlar gereği şekilde yapılamadığı için anarşi oluyor. Buradan hareket ettiğiniz zaman, aç olduğu için hırsızlık yapıyor, falan bunalım içende olduğu için adam öldürüyor, filan olmadığı için rejimi yıkmak istiyor. Bu, suça gerekçe aramak, meşruiyet aramaktır ki, bu, bu memlekette anarşinin mayası olur arkadaşlar. (A.P. sıralarından «bravo» sesleri, alkışlar)
Muhterem arkadaşlarım, harbten çıkmış bir memleket… Biz, o günleri yaşamadık, Allah yaşatmasın, ama o günleri yaşayanları takdir ederiz. Harbten çıkmış bir memleket, yanmış, yıkılmış, hiçbir şey kalmamış, Millî Mücadele günlerimizi hatırlayalım. Halk iştirakiyûn Fırkası kuruldu, Komünist fırka. O da Aydınlık Mecmuasını çıkarıyor, kapatılmadan evvel Türkiye’de çıktığı gibi, Aydınlık Mecmuasında neşir hayatına atılmış. Kimler var içerisinde? Dr. Şefik Sütlüler, Nâzım Hikmetler ve arkadaşları.. Büyük Atatürk, kurtarıcı, Cumhurbaşkanı.. Suçluları yakalamış, emniyet ve asayişle görevli Devletin kolluk hizmetlileri, görevlileri, Genelkurmay Mahkemesine sevketmiş. Muhakeme ediliyorlar. Nâzım Hikmetin şiirleri, komünist propagandası yaptığı için suç mevzuudur, muhakeme edilmektedir. Ama, Parlamentosundan hiçbir üye çıkıp, basınından hiçbir yazar çıkıp, üniversitesinden hiçbir profesör çıkıp, yanmış yakılmış bir memlekette, açlığın, sefaletin, hastalığın hüküm sürdüğü şu Türkiye’de; «Ne yapalım ki, Gazi Paşa, Nâzım Hikmet de milletin derdini dile getirmiş, düzen kurulamadığı için bunu yazmış» dememiştir, vatanperverlikte birleşip, mahkûmiyet için ortam yaratmışlardır. (A.P. sıralarından alkışlar, «bravo» sesleri)
Cumhuriyet neslini kötülemeye kimsenin hakkı yok arkadaşlar. 50 nci yılma gidiyor. Türkiye’de hiçbir şey yapılmadı denemez. Cumhuriyet Halk Partisi de iktidarda kalmıştır, ondan sonraki devrede Demokrat Parti de iktidarda kalmıştır, karma hükümetler iktidarda kalmıştır, biz iktidarda kaldık… Ne çıkar birbirimizi kötülemekten? Bu memlekette, kırk küsur seneden beri eğitim davası da halledilmiştir, sıtma eradikasyonu da halledilmiştir, verem meselesi de halledilmiştir, trahom meselesi halledilmiştir, yalnız sağlık sahasında… Baraj meseleleri halledilmiştir. Elektrik meseleleri halledilmiştir.
MEHMET EMİN ERDİNÇ (Van) — Krediler mevzuu ne oldu?
SEYFi ÖZTÜRK (Devamla) — Onun hesabı görülüyor, hepsi görülüyor, merak etmeyin kardeşim, onun hesabı görülüyor… (Demokratik Parti sıralarından anlaşılamayan bir müdahale) Dün öğdüğünüze bugün sövmeyim, olmuyor, olmuyor, olmuyor. Dün övdüğünüze bugün sövmeyin. Bırakalım onu. Biz beraberiz, biz meşru cephede beraber olmaya mecburuz, Cumhuriyeti korumada beraber olmaya mecburuz. Bu ulvî maksatlar bizi birleştiremezse küçük meselelerde münakaşaya girmeleyim, bırakalım.
Muhterem arkadaşlarım, «Türk milleti, geriye dönüp baktığı zaman utanacak vaziyettedir» buyurdular. Sayın Uğur. Ben o kanaatte değilim. Türk Milleti geriye dönüp baktığı zaman asla utanacağı hiçbir şey yoktur. Başarılı, şerefli bir hizmet hayatının içinden memleket, çileyi, meşakkati atlatarak bugünlere gelmektedir.
«Bugünkü davranışımızla gelecek nesillere ipotek koyuyoruz». Hayır arkadaşlar. Hiç kimseye ipotek koymuyoruz. Türk düşünce hayatı, Türk fikir hayatı Anayasanın 11 nci maddesinin çizdiği çerçeve içinde gelişecektir, büyüyecektir. Bundan kimsenin endişesi olmasın. Zaten bir fikir mücadelesi yoktur, bir siyasî anlayış farklılığı ve onun mücadelesi yoktur, bir ideolojik mücadele vardır, dışa bağlıdır, memleketin bütünlüğünü, beraberliğini, vatanın bekasını ortadan kaldırmak isteyen bir başka savaş vardır. O balamdan, arkadaşımızın endişesine katılmak mümkün değildir.
Kaldı ki, ileriye bakıyoruz. Ne ile? Sol düşünce ile. Hayır. Bunda da tezat var. Muhterem arkadaşlarım, yüz sene ilerisine, yüz sene evvelki Kari Marx’m fikirleriyle bakmak tezadın ta kendisidir. Bu siyasî gericiliktir, siyasî irticadır. Bunu da tespit edelim.
Muhterem arkadaşlarım, ben kimseyi günahkâr telâkki etmem. Benim hüküm verme hakkım yok. Hiçbir hırsın içinde de konuşmuyorum.
NECDET UĞUR (İstanbul) — Yakışmıyor size, yakışmıyor bu tarz konuşma.
BAŞKAN — Müdahale bııyurmasanız efendim çok iyi olacak, sözcü olarak.
SEYFİ ÖZTÜRK (Devamla) — Hadiseler tağyir edilmiştir, tebdil edilmiştir. Tebdil edilen hâdiselerin gerçek teşhisini ortaya koyuyorum. Ben burada bir iddianame de yapmıyorum. Meseleleri ortaya koyuyorum, ileriye bakmak için bugünden ipotek koyma fikri sizindir, zabıtta vardır, ben de diyorum ki, ipotek koymuyoruz, bir tedbiri ihtiyati ittihaz ediyoruz. Tedbiri ihtiyati, hukukî müessesedir. İpotek gibi değildir, farklıdır. Bunu başka izah etmek, anlamak mümkün değildir. Bu kanaati taşıyorum.
Muhterem arkadaşlarım, söyleyeceğim başka bir mevzu var,
NECDET UĞUR (İstanbul) — Yakışmıyor size bu tarz konuşmak.
Sayfa 1 Sayfa 2 Sayfa 3 Sayfa 4 Sayfa 5 Sayfa 6 Sayfa 7 Sayfa 8 Sayfa 9 Sayfa 10 Sayfa 11 Sayfa 12 Sayfa 13 Sayfa 14