FUAT AZMİOĞLU (Kütahya) — Sen kim oluyorsun? (A.P. sıralarından gürültüler.)
BAHA MÜDERRİSOĞLU (Konya) — Sen kimsin, ne söylediğini bilmiyorsun.
HÜSAMETTİN BAŞER (Nevşehir) — Sen bu hakkı nereden alıyorsun?
NECDET UĞUR (Devamla) — Anayasadan alıyorum hakkımı, Anayasadan ve Türk Milletinden… Senden değil… Senden değil. Anayasa, Anayasa…
BAHA MÜDERRİSOĞLU (Konya) — Sen kimsin be herif? (A.P. sıralarından gürültüler.)
NECDET UĞUR (Devamla) — Benim sınırım Anayasa, benim ruhsatım Anayasa, benim yetkim Anayasa…. Sözcünüz değil.
ORHAN DENGİZ (Uşak) — Ne tahrik ediyorsun?
NECDET UĞUR (Devamla) — Hangi tahrik Sayın Dengiz?
BAŞKAN — Söylenen lâfın mahiyetini biliyoruz.
YUSUF ZİYA YILMAZ (Adıyaman) — Sayın Başkan, susturun bu arkadaşları lütfen. Bu durum çok mu hoşunuza gidiyor yoksa? (C.H.P. sıralarından gürültüler.)
NECDET UĞUR (Devamla) — Bakınız tahrikin… Bir dakika efendim. Bakınız tahrikin tipik bir örneğini vereceğim. Sayın Adalet Partili arkadaşlarım. Tasvibetmeyeceğinize yürekten inandığım – ki dinleyiniz belki siz bile öyle çıkacaksınız, çoğunuzu tanıyorum, çoğunuz arkadaşımdır, bilirim – bir cümle söyleceğim, sözcünüz kullandı:
«Bunca yaralı zamanlardan geçtiniz.»
HALİL İBRAHİM COP (Bolu) — Sayın Başkan, «Siz kimsiniz» sözünü geri alsın.
BAŞKAN — Müdahale etmeyiniz.
NECDET UĞUR (Devamla) — «Bunca kamuoyunun dikkati üzerlerinize çevrildi.» Hiçbir Cumhuriyet Halk Partisinin resmî sözcüsü buradan uzaktan, yakından buna yakın bir cümle söylemedi. Bakınız arkadaşınız konuşmasını nasıl bitirdi:
«Sol düşünceye sahibolmayan Cumlhuriyet Halk Partilileri tanzih eder, saygılar sunuyor» muş. Ha… Cumhuriyet Halk Partisinin içine ne karışıyorsunuz? İki tane insan var. Sol düşünceye sahibolmayanları tenzih etmek lütfunda bulunuyorsunuz. Arkadaşlar, bu basittir, küçüklüktür, ayıptır. (C.H.P. sıralarından «Bravo» sesleri, alkışlar.)
FUAT AZMİOĞLU (Kütahya) — Karıştırın bakalım, ne olmasını istiyorsunuz? (A.P. sıralarından gürültüler.)
NECDET UĞUR (Devamla) — Cumlhuriyet Halk Partisinin tek bir görüşü vardır; resmî görüşü: O da, «ortanın solu görüşü» Bir tek üyesini inançsız bulamazsınız. Yakında göreceksiniz. ima ettiğiniz bir nokta var. Nasıl şahlandığını göreceksiniz. (A.P. sıralarından gürültüler, «Hani nerede» sesleri.)
BAŞKAN — Müdahale etmeyiniz efendim, yeter tamam.
NECDET UĞUR (Devamla) — Şimdi efendim; ve arkadaşımız çok yadırgadığımız bir şekilde birden bu kürsüye, 12 Mart sonrasının koşulları içinde, sanki yüce bir mahkeme, divan varmış, o vicdanın savcısı imiş gibi çıktı, dedi ki, «12 Martın sorumlularını arıyor arkadaşımız», öyle bir eda ile çıktı. Böyle büyücek, yüce bir divanda ve şöyle bir gösterdi (Eli ile C.H.P. sıralarını işaret ederek) «Sorumlular» diye… «12 Marta muhalefet kanadında olan yüzünden gelindiğini» söyledi. Niçin olduğunu sonra söyleceğim. Yalnız birşey söylemek istiyorum. Eğer 12 Marta bu yüzden geldiysek, 12 Marta düşen Hükümetin adı niçin Adalet Partisi Hükümeti idi? Ve eğer yine bu yüzden geldiyseniz, hâlâ çoğunluktasınız; Parlamenter düzen var. Niçin Hükümette değilsiniz? Niçin değilsiniz? (C.H.P. sıralarından «Bravo» sesleri.) Eğer böyle ise, bu savcı edalarını bırakalım. (A.P. sıralarından gürültüler.)
Haa… Şimdi gelelim…
BAHA MÜDERRİSOĞLU (Konya) — Sayenizde oldu, sayenizde bu millet çekiyor.
FUAT AZMİOĞLU (Kütahya) — Son vazifenizi de iyi yaptınız.
BAŞKAN — Müdahale etmeyiniz.
NECDET UĞUR (Devamla) — Şimdi, doğrusu kendisine asıl yakıştıramadığımız bütün bunlardan fazla; konuşmalarında bir tek şey bulabildik. O da, en sonunda da açıkça söyledi:
«Askerî savcıların son iddianamelerindeki bazı noktalar…»
Arkadaşımız bunu almak, bunu bir polemik üslûbu içinde evire çevire Cumhuriyet Halk Partisine kullanmak istedi. Şimdi, şahıs olarak yakıştıramadık, bir siyasî parti olarak da yakıştıramadık. Arkadaşlar, biz burada halktan gelmiş, seçimle gelmiş, gücümüzü halktan alan ve birbirimizi savunan ve demokrasiyi sonuma kadar savunması gereken insanlarız. Şimdi… (A.P. sıralarından gürültüler.)
HİLMİ BİÇER (Sinop) — Bunun için mi kanunlara karşı konuşuyorsun?
NECDET UĞUR (Sinop) — Şimdi, «iktidarda tutucu ve muhafazakâr olan kadrolar, muhalefette devrimci, ve ilerici ve Atatürkçü olmuştur. Muhalefette milliyetçi ve muhafazakâr olan kadrolar, iktidara geçince din istismarcısı, din ticaretçisi, mezar soyguncusu olmuştur.» Bunu söylediği zaman, sizdiniz bu. Buraya çıkıp, biz bağırdık, «değilsiniz» diye. Bize düşen bu idi. Çünkü, böyle olmadığınızı biliyoruz. Nasıl olur da, o çok rahat tartışılabilecek bir cümlesini alır ve bir siyasî partiye böyle kullanmak tenezzülünde bulunursunuz, sayın sözcü.
HÜSAMETTİN BAŞER (Nevşehir) — Gel beraber götürelim asalım. Neden bunda bizimle birlikte olmuyorsun?
BAŞKAN — Müdâhale etmeyiniz efendim.
NECDET UĞUR (Devamla) — İddianame cümlesidir okuduğum cümle; okuduğum cümle askerî savcınındır.
GÜNGÖR HUN (Sakarya) — Mesele ile ne alâkası var?
NECDET UĞUR (Devamla) — Tabiî var, tabiî var. Askerî savcının ne meselesi vardı da, bu şekilde bir grubu şey yaptınız.
HÜSAMETTİN BAŞER (Nevşehir) — Gel beraber olup, bunları asalım.
BAŞKAN — Müdahale buyurmayınız efendim.
NECDET UĞUR (Devamla) — Bir grubun resmî kararının, kurultay kararının bu konuda ne ilgisi vardı da, sözcünüz ele aldı. O zaman ses yok, şimdi ses var. (A.P. sıralarından gürültüler.)
ESAT KEMAL AYBAR (Mardin) — Bunların idamına mahkeme karar verdi. Sen gerekçe veremezsin.
NECDET UĞUR (Devamla) — Şimdi ses var, oturun dinleyin. (C.H.P. sıralarından «Bravo» sesleri.)
BAHA MÜDERRİSOĞLU (Konya) — Emredersiniz beyefendi.
NECDET UĞUR (Devamla) — TRT, Anayasa ve yasalar değişiklikleri olmuş. Yıllardan beri bu söylenmiş ve bakınız olmuş.
Şimdi TRT, Anayasa ve diğer yasa değişiklikleri, 1961 Anayasasının gereklerini biz uygulamadık, siz bir Hükümettiniz; Hükümet olarak icraat yaptınız. Bu eksiklikleri sizin icraatınız sonunda siz tespit ettiniz. Biz iktidarı alsaydık, bunlara ihtiyaç kalmadan, bu memleketi anarşik duruma getirmeden yönetmeyeceğimizi ne biliyorsunuz? Kendiniz idare ettiniz ve sonunda kendiniz eksiklikleri buldunuz; bunu söylüyorsunuz. Kaldı ki, bu elmanın yarısı… Hani elmanın öbür yarısı Sayın Öztürk? Bu anarşik olaylar bunlar. Bu anda, bu Meclisin üzerindeki «Demokles’in kılıcı», Anayasa değişiklikleri olmaktan çıktı, reformlar oldu. Neden söz etmezsin, duruyor orada kılıç. Onu söylüyoruz yıllardan beri, hâlâ niçin söylemezsiniz?
H. AVNi KAVURMACIOĞLU (Niğde) — Çıkaracağız bunları, bu şekilde çıkaracağız.
NECDET UĞUR (Devamla) — «Çıkaramayacaksınız» demiyoruz. Her çıkaracağınız yararlı kanunda size minnettar oluruz, mutlu oluruz. Maksadımız sizinle yarış değil, hizmet… (A.P. sıralarından gürültüler.)
H. AVNİ KAVURMACIOĞLU (Niğde) — İstismarcılara fırsat vermeden çıkaracağız.
NECDET UĞUR (Devamla) — Şimdi, görüyorsunuz ki bu kadarla sadece savundum. 6 yıllık bir muhalefet partisinin 6 yıllık bir iktidara söyleyeceği lâf mı yoktu? Söylemedik. Hem de ne dedi kendisi biliyor musunuz? «Savcılar, Yargıtay savcıları yürümüşler» dedi. Sebebi ne idi, Devletin gözönünde irtica şahlanmıştı neden şahlandırdınız?
H. AVNİ KAVURMACIOĞLU (Niğde) — Nerede irtica.
BAŞKAN — Saym Kavurmacıöğlu, müdahale etmeyin.
NECDET UĞUR (Devamla) — Yaa, arkasından yürüyüş değil, bundan bahseden sözcü üstelik Devlette görevli idi o zaman.
Yine söyleceklerimiz çok şeyler var, ama söylemiyoruz. Bir şeyden, askerî savcıların arkasına girip, Cumthuriyet Halk Partisini ne suçlamak mümkündür, C.H.P. ni ne yıldırmak mümkündür.
FUAT AZMİOĞLU (Kütahya) — Millet hesabınızı görür.
BAŞKAN — Sayın Azmioğlu.
NECDET UĞUR (Devamla) — C.H.P. 50 yıllık bir Devletin kuruculuğunun sorumluluğunu taşıyan C.H.P. ni, Anayasa içinde ve kanun içimde, politikası doğrultusunda yıldıracak hiçbir güç, Türkiye Cumhuriyeti hudutları içinde yaşamıyor. Yaşamaması da lâzımdır, sizin de böyle olmanız lâzımdır. Hani, gücünüzü halktan alıyordunuz?
Onun için bırakınız bunları, biz hesabımızı görürüz. Karşımıza bu anda hesap görecek insanlar olarak çıkmayınız, biz kendi hesabımızı kendimiz de görürüz ve bilesiniz ki biz gücümüzü tarihten alırız, halktan alırız, inançlarımızdan alırız. Gücünü bunlardan alanları yıldırmak mümkün değildir ve bu grup şahlanacaktır, boşuna küçük hesaplar yapmayınız, bütün hesaplarınız da boşa çıkacaktır.
Aslında konuşmamdaki maksadım açıktı, birtakım demogoji yaptınız. Bu sıralarda, 5 sene 10 ssne sonra başka Meclisler oturacak dedim. Elbette hep beraber oturacak değiliz ya. «Adalet Partisi oturmayacak» demedim. Belki çoğunlukta olursunuz, gelirsiniz, kaybedersiniz, tekrar gelirsiniz ve iddia ediyorum ki, siz o zaman çoğunlukta olsanız bile siz o zaman böyle düşüneceksiniz. Çünkü toplumu değiştiremezsin. Olaylar değişir. Sen bu sosyal kanunlara hâkim olamazsın, elinde değildir, tarihte kimse olamamış, siz de olamazsınız. Böyle bir anda geride ukde bırakmayın geleceği tertemiz kuralım diyoruz. insanlarla ilgimiz yok, Türkiye’nin geleceği ile ilgimiz var. Hepinizi saygılarımla selâmlarım. (C.H.P. sıralarından «Bravo» sesleri ve sürekli alkışlar.)
BAŞKAN — Tahmin ederim bundan sonraki müzakerat 1 nci madde üzerine gelmiş olur. Çünkü tümü üzerinde daha evvel söz alamadıkları için Sayın Uğur’un cevabı gerekiyordu.
MEHMET EMİN ERDİNÇ (Van) — Zamanında ikaz etmiş olsa idiniz öyle olmazdı.
BAŞKAN — Efendim, daha evvel ikaz mümkün değildi tabiî, biliyorsunuz. Maddeye geçtik. O zaman tümünde konuşuyorlar, her şeyi kapsıyor.
1 nci madde üzerinde Sayın Kubîlay îmer, buyurun.
KUBÎLAY İMER (Konya) — Demokratik Parti Grubu adına.
BAŞKAN — Pardon, özür dilerim efendim. Demokratik Parti Grubu adına buyurun efendim.
DEMOKRATİK PARTİ GRUBU ADINA M. KUBÎLAY İMER (Konya) — Sayın Başkan, muhterem Meclisin kıymetli milletvekilleri;
Burada biraz evvel yapılan iki konuşmadan sonra Sayın Başkanın 1 nci madde üzerinde görüşülmekte olduğuna dair hatırlatmasını gözönünde bulundurmak,- ama 1 nci maddenin kanunun esasını burada görüşülmekte olan mevzuun temelini teşkil ettiğini de gene gözönünden uzak tutmadan konuşmalarımı grubum adına yapacağım. Bu konuşmalara başlamadan evvel, hepinizi Demokratik Parti Grubu adına hürmetle selâmlarım.
Muhterem milletvekilleri, şu görüşülmekte olan mevzuun iyice anlaşılabilmesi ve tam bir vicdanî kanaatle hüküm verilebilmesi için gerek Meclisteki ımüzakeratm, gerekse bu müzakerelere takaddüm eden Komisyon müzakerelerinin yakandan bilinmesi lâzımdır. Burada maddelere geçilmeden evvel hiçbir söz almamış, kanaatini izhar etmemiş olan Hükümet adına (Sayın Erim, maddelere geçildikten sonra bir beyanda bulundular. Dediler ki «İdamların kaldırılmasını isteyen bir düşünce ve teklif de değiliz, bu cihet Adliye Bakanı vekili, Dışişleri Bakanının açıkladığı gibidir.» Ve kendisi de aynı kanaati tekrar ettiler. Burada Komisyonda konuşmuş bulunan ve Hükümet adına, Bakanlığı adına temsilen gelen bir yetkili memurun konuşmasını âdeta tekzip ettiler. Komisyonda bu mesele daha evvel idamların kaldırlıması meselesi etrafında fikir ve kanaati sorulduğu zaman, bu temsilci memur tarafından yazılı olarak beyan edildi ve dış ülkelerden, diğer devletlerden idamlar mevzuunda ne gibi hareket tarzı takibettiklerinin sorulduğunu, (bunlardan bir kısmından cevap geldiğini, bir kısmından da cevap gelmediğini ve bu hususta Hükümetin mehil talebettiğini belirtti. Bunun üzerine – Komisyon Başkanı buradadır iki sene evvel 1970 senesinde verilmiş bulunan (bu tekliflerden birisinin üzerinden bunca zaman geçmesine rağmen Hükümetin bu mevzuda bir fikir ve kanaate varmamış olmasını, gerekli tetkikatmı yapmamış olmasını Komisyon Başkanı, Komisyon üyelerinin de tasvibi ile ciddiyetle bağdaştırmadığını açıkça ifade etti ve hatta bu arada orada bulunan sayın memur temsilci itham durumuna giren bazı arkadaşların bazı sözlerine de muhataboldu. O zaman, orada bulunanlarca kendisinin şahsan konuşımadığı, Hükümetten verilen talimat üzerine konuştuğu ifade edildi. Bunun etkileyici bir tarafını da burada üzülerek ifade etmek isterim ki, Komisyonun mesaisinin 14.30’dan 20’yi 10 geçene kadar devam eden müddeti sonunda, müzakerelerin hitamında, bir Vekâletin en yüksek sorumlusunun bizatihi Hükümet Başkanının Komisyonda Hükümet namına temsilci olarak bulunan memura bu yolda beyanda bulunmasını söylediğini açıkça şahitler önünde ifade etmiştir. Sayın Erim bu mevzuda ne buyururlar, bilmiyorum.
O derece düşünüş ve kanaat içerisinde olmamışlardır ki; idamların kaldırılması teklifi mevzuunda, şimdi huzurunuza gelen ve bunlardan sonra konuşulan idamların infazı meselesi geldiğinde, yine burada söyledikleri gibi, Hükümetin temsilcilerinden içişleri Bakanı «bu mevzuda bizim getirdiğimiz bir nokta yoktur, bu işi Komisyon ve Meclis bilir» demiştir. Böylece gerek o memurun ifadesinden idamların kaldırılması meselesi etrafında, gerekse idamların infazı meselesi etrafında Hükümetin bir düşünüş ve kanaatte olmadığını açıkça orta yere koymuştur.
Bu nasıl Hükümettir ki, 12 Mart’tan bu yana olan hâdiseleri ve bugüne kadar Sıkıyönetimi devamlı surette orta yere getirir ve memlekette birtakım tehlikelerin mevcudiyetinden, eldeki yılanların dışında içerde esas başı ezilecek yılanların mevcudiyetinden bahseder de, böyle bir mevzuda kalkıp fikir beyanında bu^ lunmaz. Açıkça beyanda bulunmaları lâzımdır. Bunu memleketin, milletin, yani vatan ve ülkenin ve Devletin kuvvet ve kudretiyle, hâkimiyeti ve bekası ile bağdaştırıyorlar mı, bağdaştırmıyorlar mı açıkça söylesinler.
Biz, burada Sayın Başbakanın tabiri ile, ırgalamadan konuşuyoruz. Açıkça konuşuyoruz, açıkça söylüyoruz. Burada bu kürsüde bunların açıklıkla bilinmesinde fayda vardır.
Muhterem arkadaşlarım, esasen biz bu Hükümetle anarşiye karşı mücadeleye girişilemeyeceği kanaati içerisindeyiz. Daha evvel de bunları ifade etmiştik. Çünkü; bu Hükümetin inandırıcı bir Hükümet olmadığını beyan etmiştik, ve reylerimizi o istikamette kullanmıştık. Koalisyon ortakları ve bu Hükümete rey verenler, bu Hükümetle beraber bunun mesuliyetini paylaşmak durumundadırlar.
Burada koalisyon ortaklarının birbirleri ile çekişmesini tarih önünde, Meclis zabıtları önünde ibretle müşahade ettik ve dinledik.
12 Mart öncesinin ve 12 Mart sonrasının sorumluluklarının kimin üstünde kaldığını burada münakaşasına girişildi. Bizim bildiğimize göre, gerek 12 Mart öncesi hadiselerinin oluşunda birinin iktidar, birinin muhalefet olarak sorumlulukları büyük mikyasta olduğu gibi, bu 12 Marttan sonra koalisyon ortaklığı halinde de devam etmiştir.
Muhterem Halk Partisi Sözcüsü; burada. «20 sene sonraki bir meclisin şu gün hakkında, infazlar mevzuunda karar vereceklerin, bizi affedeceklerinden» – aklımızda yanlış kalmadı ise bahis buyurdular, biz 20 değil, 200 sene bile geçse komünistlerin Devlet, vatan ve mllet düşmanlarını affetmeyecek bir nesli ve nesilleri yetiştirmek çabası içerisindeyiz. (D.P. sıralarından, bravo, sesleri) Bu çaba içerisinde düşüneceğiz, yoksa birtakım kâbusları, bu milletin aklına bile getirmek istemediği hususları burada dile getirmek ve yarın şunlar bunu yapar, bunu yapar gibi birtakım farzımuhallerle uğraşmak her halde realitenin dile getirilmesi olmayacak.
Muhterem milletvekilleri, komisyon müzakereleri sırasında idamların kaldırılması meselesi ileriye sürüldüğünde olsun, burada infazları mevzuu görüşülenlerin meselesi müzakere edilirken olsun o komisyonda söylediğim; başkanından üyelerine kadar bu mevzuda benimle beraber aynı istikamette infazların yapılması lehinde oy kullananların da kabul ettikleri bir cihet vardı ki bu, komisyonun, Meclise müzakereye sevk yazısında açıkça görülmektedir, Anayasanın 64 ncü maddesi. Bilindiği üzere infazlar mevzuu değil, ölüm cezasının kaldırılması ve hattâ değiştirilmesi 1924 Anayasasının 26 ncı maddesinde mevcut idi. Ama, 1961 Anayasası bu mevzuda, sadece ve sadece infaz veya ademi infaz mevzuunda T. B. M. M. ne salâhiyet vermiştir.
Muhterem arkadaşlarım, çok yakın geçmişteki bir hususu, burada grup adına konuşurken hatırlatmak isterim. Anayasa değişikliği yapıldı; 1961’de yapılan Anayasanın bu defa değiştirilmesi lâzımgeldiği noktasında teklif verildi ve Hükümette de bu yolda idi. 64 ncü maddede idamların infazının T. B. M. M. ne aidolduğu noktası bulunduğuna göre, Anayasamız idamların mevcudiyetini kabul etmiştir. Bu kabul edildiğine göre, acaba komisyonda olsun, burada olsun veyahut idam infazlarının, idam cezalarının kaldırılması yolunda teklif verenlerin olsun bu Anayasa değişikliği sırasında akılları nerede idi ve niçin teklif vermediler? (D. P sıralarından «Bravo» sesleri)
Biz bu ciheti komisyonda açıkça belirttik. Samimiyetle bir mevzuu iddia ediyorsak, o zaman bunu orta yere koymak mecburiyetini hissetmek lâzımdır. Orada yine bahsedildi ve istitraden şu hususu zikredeyim; biz burada bir kısım konuşmacıların, sıkıyönetim mahkemeleri ve savcıları aleyhtarlarının, idamların kaldırılması ve infazın durdurulması mevzuunda komisyonda da, burada da aynı nakarat içinde konuştuklarını biliyoruz. Orada, komisyonda bir sayın üye, kanun teklifine imza atan bir partinin bir zamanlarki ileri geleni, yaşama hakkının mukaddes oluşundan bahsetti. Bu mevzudaki görüşümüzü beyan ederken dedik ki, yaşama hakkı mukaddestir; sosyal güvenlik içerisinde, sosyal adalet içerisinde insanların yaşama hakkı mukaddestir. Ama, mukaddes olan yaşama hakkını orta yerden kaldırmak isteyenlerin hiçbir zaman yanında olamayız; aksine karşısında olmamız lâzım. Hürriyetleri selbedici hürriyetlere, hürriyet hakkı tanınamaz. Birisine hürriyet vereceksiniz ki, o sizin hürriyetinizi orta yerden kaldıracak; ona hürriyet hakkı değil, yaşama hakkı da veremezsiniz. Yılanın yavrusunun büyümesine müsaade edenler, yılan kendilerini soktuğu zaman şikâyetçi olmak hakkına sahip değillerdir.
Muhterem arkadaşlarım, Sayın Başbakanın daha evvel dedikleri gibi, başı dışarda olan yılanlar mevcut. Biraz evvel vermiş olduğum misal, zannediyorum kendisinin de iştiraki olan bir durum. Biz işte başı hâlâ Hükümetçe, ne hikmetse yakalanamayan yılanların kuyruklariyle
uğraşmak durumundayız ve o kadar uğraşıyoruz ki, bunun o kadar ehemmiyeti olmadığı halde, sanki bu memleketin geleceğinin emniyeti tehlikededir, sanki bu Devlet bunlar idam edilirse yıkılacaktır gibi bir endişeyi hâkim gibi görüyorum. Ama, aksine 146/1 nci maddeyle Ceza Kanununun hükmüne dayanılarak sıkıyönetimde, gerek hazırlık safhasında, gerek ilk tahkikat, gerek son tahkikat, gerek temyiz ve gerekse tashihi karar safhasında tespit edilen bir husus var: Bugün infazı önümüze gelenler, Anayasayı tebdil ve tağyir ve meclisleri ıskat suçu ile ceza görmüşlerdir. Bu doğrudan doğruya Türk Devletinin güvenliğiyle ilgilidir. Anayasanın son değişikliğinde; ülkenin bütünlüğü, milletin bölünmezliği ve Devlet hâkimiyetinin paraçlanmıyacağı, Devletin parçalanmayacağı noktası anakaide olarak, espiri olarak, ruh olarak birçok maddelerde zikredilmiştir.
O halde, aslolan, ülke ve milletiyle ve bir de hâkimiyetiyle mevcudolan Devletin varlığının muhafaza ve bekasıdır; Türkiye Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Bu lâfla, sözle olacak bir durum değildir. O halde, burada esasen biz, daha evvel benim arz etmiş olduğum ve diğer konuşmacıların da bir kısmının belirttiği gibi cezanın veriliş şekli üzerinde münakaşa etmek durumunda değiliz. Çünkü, 1961 Anayasası kuvvetler ayrılığı sistemini kabul etmiş ve kaza organını kendi içinde müstakil duruma getirmiştir. Bunun içindir ki, Meclis, ancak verilen cezanın infazını kabul etmek veya etmemek durumuyla bu hususta bir karara bağlamak yetkisine kendisini sahip kılmıştır. Burada infaz veya ademî infaz durumunu da bilmek lâzım, infaz verildikten sonra mesele kalmaz. Ama, ademî infaz verildikten sonra dahi bu şahısların idam hükümleri devam eder; ta ki, bir af gelip kaldırsın, kaldırılmadığı müddet içerisinde devam eder. Bu durumda bizim burada tetkik edeceğimiz mevzu, bunun memleket ve millet gerçekleri bakımından incelenmesidir. Biz, biraz evvel burada maddelere geçilmeden evvel konuşan arkadaşımın söylediği gibi, bu ülkenin bütünlüğüne, bu milletin varlığına ve bu milletin devamlılığına başkoymuş milliyetçi bir görüş içerisinde ve komünist düşmanı olan bir partinin mensupları olarak, bu çeşit davranışlar karşısında elbetteki bunların tatbikinin doğru olacağı kanaatindeyiz ve her zaman için, babamız da olsa bunu yapanları takip etmek ve cezaları tatbik etmek durumunu müdafaada devam edeceğiz.
Muhterem arkadaşlarım, kıymetli milletvekilleri; sözlerimi daha çok uzatacak değilim, kısa kesmek niyetindeyim.
Cezanın 3 vasfı vardır. Ceza üzerinde ileri sürülen bir husus vardır ki, bu hiçbir ceza hukuku prensibinde kabul edilmemiştir; beynelmilel olsun, millî doktirinde olsun. Ceza bir hınç vesilesi değildir. Cezanın 3 gayesi vardır:
Birincisi; cemiyetin bozulan huzurunu ve sarsılan vicdanını rahata kavuşturmak. İkincisi, yalnız suçu işleyeni değdi, onun dışında diğerlerini de; yani değil suç işleyeni onun dışındakilerini de terbiye etmek, hukukun prensipleri içerisine sokmak ve nihayet bu tarafıyle cezanın önleyicilik vasfı vardır. Biz, burada çıkarılan aflara karşı, «siz ikide bir af çıkarıyorsunuz; suçu işleyenler sonunda nasıl olsa tahliye oluyorlar; o halde verilen cezaların ne kıymeti var?» düşünüşünü ortaya sürenleri gayet iyi biliyoruz. O halde, birtakım infazları, hem de Devleti orta yerden kaldırmak isteyen, vatan ve millet düşmanı komünistleri, komünistlik suçuyla Sıkıyönetim mahkemesince en son derecata kadar mahkûm olan ve bu durumları müsellem olanları affa tabi tuttuğumuz veyahut infazlarını yapmadığımız takdirde, bundan sonra Türkiye’de âdi suçluların dahi -değil bunların, âdi suçluların dahi-artık adam öldürme durumunda kendilerini serbest sayacaklarını bugünden kabul etmeye mecburuz; bu şekilde, bu yolda bir düşünüş ve kanaatle infazlar kaldırılsın denilirse.
Kaldı ki, biz dosyalarını da tetkik etmiş bulunmaktayız. Hali hazırda bu yılanların bir kısmının mahkemeleri de devam etmektedir. Söyledikleri söz şu:
«Biz komünistiz, komünist eylemi yapacağız ve bu Devleti devireceğiz.»
Muhterem arkadaşlarım, şurasını hatırlatmak isterim; 12 Martta vatanseverliğiyle, milliyetçiliğiyle Türk Ordusu anarşi hareketlerine, karşı çıkmamış olsa idi, burada mesuliyetini paylaşamadığı iki partinin, ama ikisinin ama ikisinin de derece derece, aynı derecede mesuliyeti olan iki partinin, bu olan birtakım hâdiselere eğer Ordu el koymamış olsa idi, Meclis olarak varlığımızın olup olmayacağı noktasını, bu milletin varlığının olup olmayacağı noktasını dikkat ve itinayla düşünmek mecburiyetindesiniz.
REŞİT ÜLKER (İstanbul) — Siz o sırada nerede idiniz?
D.P. GRUBU ADINA KUBİLAY İMER (Devamla) — Geçmişin muhasebesini eğer yaparsanız, «Kabahat samur kürk olsa kimse sırtına giymez» misali üzerinizden kabahati atmanın değil, dünkü yapılan hatalardan mütenebbih olup bugün ve yarınki geleceği, Türk Milletinin, Türk ülkesinin ve Türk Devletinin mutluluğu yolunda düşünmek gerekir. Bu yolda düşünürken, kanunların bir milletin düşünüş ve inançları istikametinde olduğunu da kabule mecbursunuz. Türk Milletinin düşünüş ve inanışı, bu çeşit vatan hainleririin ve birbirine hakaret olarak söyledikleri komünist denilen kimselerin, ne şekilde olursa olsun, gerek infazlarının durdurulması ve gerekse başka şekilde afları veya o husustan kurtulmaları şeklinde değildir; bilâkis cezaya muhatabolmalarıdır. O halde, Türk Milletini, Türk ülkesini ve Türk Devletini düşünenler, Grulbolarak kanaatimiz odur ki, bu yolda düşünenler, bu infazların tatbik edilmesini mantıkî, hukukî, millî düşünceler içerisinde kabul etmek mecburiyetini nefislerinde hissetmelidirler.
Biz çeşitli fikirlere hürmetkarız, kimseyi her hangi bir töhmet altında bırakmıyoruz, nasıl herkes burada kendi düşünüş ve kanaatini açıklamışsa, biz de milliyet, millet, ülke, vatan ve Devlet hakkındaki düşüncelerimizi ve infazlar mevzuundaki kanaatlerimizi arz etmiş bulunmaktayız. Bu ölçüler içerisinde hepinizi Demokratik Parti Grubu adına hürmetle selâmlarım. (D.P. sıralarından alkışlar.)
BAŞKAN — Sayın Reşit Ülker, buyurunuz efendim.
REŞİT ÜLKER (İstanbul) — Değerli arkadaşlarım, mahkemelerden verilmiş ve kesinleşmiş olan ölüm cezaları konusunda Anayasanın verdiği bir yetkiyi kullanmak için fikirlerimizi söylemekteyiz. Bu sözlerimle şunu ifade etmek istiyorum; bu kürsüde konuşan birçok arkadaşlar mahkemelerin yüceliğinden, millî menfaatlere uygun karar verdiklerinden, bu kararlann yerinde olduğundan bahsettiler. Bunların üzerinde tartışma yok ki, böyle bir edebiyata girişmeye ihtiyaç olsun. Mahkemeler kararlarını vermiş, derecattan geçmiş, kesinleşmiş, gelmiş. Eğer bununla, «Bunun üzerinde konuşulmaz, Meclis bunu tescil etsin.» denmek isteniyorsa bu, millet egemenliğini temsil eden Yüce Meclise büyük bir saygısızlıktır. Bu Meclis tescil mekanizması değildir. Bu Anayasa böyle boş bir gaye ile bir hüküm getirip bunu 64 ncü maddesine koymaz; eğer koymuş ise onun bir manası vardır; onun da manası açıktır: Mahkemeler karar verir, Temyiz tasdik eder, (eğer ölüm cezası ise) kesinleşen kararların uygulanmasına ancak Yüce Meclis karar verir, öyleyse biz yetkimizin içinde bir işi yapmaktayız. Bunun lehinde konuşanlar da, aleyhinde konuşanlar da Anayasanın verdiği bir yetkiyi kullanmaktadırlar.
Değerli arkadaşlarım, ölüm cezası üzerinde birçok arkadaşımız bilgi verdiler. Bu bilgiler doğrudur. Genel olarak 1867’de Portekiz’de başlamıştır, Portekiz’de idam cezası kalkmıştır. Bu çağa, bugüne gelinceye kadar genel eğilim, ölüm cezasının kaldırılması yolundadır. Hiç kimsenin bunu inkâra gücü yetmez. Bu kürsüden inkâr etse bile, hakikatler bu kürsünün dışında dünyanın üzerinde durur ve her zaman gelir başlarına çarpar.
Değerli arkadaşlarım, şimdi burada üzerinde duracağımız mesele şudur: Biz genel olarak idam cezasının üzerinde bir konuşma yapabiliriz, bir de bunun içinde özel surette siyasî nitelik taşıyan suçlarda ölüm cezası üzerinde konuşabiliriz. Bugün bu konuda en muhafazakâr olan ülkeler bile -meselâ İngiltere, en son Kanada genel olarak idam cezasını kaldırmıştır.
Ancak, bazı özel haller, meselâ görev başındaki polisi, Devlet kuvvetlerini, gardiyanları öldürmek gibi veyahut harp hukuku tatbik edilmesi gibi hallerde ölüm cezası vardır.
Değerli arkadaşlarım, şimdi böyle olunca bizim buradaki durumumuz nedir?
Ben kişisel olarak – eskiden beri düşüncem bu tarzdadır – şunu düşünmekteyim: Ölüm cezası bir gün Türkiye’de de kalkmalıdır, tüm olarak kalkmalıdır; ama bunun istisnaları olmalıdır. Görev başında bulunan polise, Hükümet kuvvetini temsil edenlere, gardiyanlara, yani bu türlü vazifeleri ifa edenlere karşı ve daha başka kategorileri ayrı tutmak suretiyle ölüm cezasını, değil siyasî suçlardan, normal suçlardan da kaldırmak gerekir.
Genel olarak cezayı biz niçin veririz? Toplumu korumak için veririz. Bugün de konuştuğumuz konu bu. Toplumumuzda anarşi olayları çıkmıştır, bir 12 Mart hadisesi meydana gelmiştir, kurulan partilerüstü bir Hükümet, tarafsız bir Hükümet bu olayları büyük ölçüde önlemiştir. Bu Hükümetin ilân ettiği örfî İdare ve örfi idare mahkemelerinde verilen bu cezaların infazına biz burada karar vereceğiz veya vermeyeceğim. Aynı şekilde bunu düşünürüz.
Değerli arkadaşlarım, bugün kabul edilmektedir ki, bir kimseyi öldürdüğünüz anda o kimse için artık hiçbir şey kalmamaktadır, yani o kimseye ceza vermeniz bahis mevzu değildir. O ölüm gider; ama toplumda, «Bu kimse öldürülmüştür, beni de bir gün bundan dolayı öldürebilirler.» düşüncesi ile cezayı verdiğimiz iddia edilir, farz ve kabul edilir. Bunun üzerinde de istatistiklerle yapılan geniş araştırmalarda şu neticeye varılmıştır: öldürme sebepleri çeşitli kaynaklardan gelmektedir. Eğer adam ruh hastası ise sizin yapacağınız, söyleyeceğiniz hiçbir şey ona fayda getirmemektedir. 0, 1 kişiyi, 2 kişiyi, 5 kişiyi de öldürmektedir; bu suçu işlemektedir. Ne yapacaksınız? Bunu alacaksınız zararsız hale getireceksiniz. Bugün de burada suçlan işleyen kimselerin toplum için önemli olan noktası, cemiyete bir daha çıkamayacak hale getirilmeleri, zararsız hale getirilmeleridir. öldürdüğünüz takdirde – şu anda ıstırap duyuyorlar veya duymuyorlar, ailelerin ıstırabı bir tarafa – cezalar infaz edildiği anda onlar için artık her şey bitmiş olacaktır.
Bugün yine yapılan araştırmalarla görülmektedir ki, ölüm cezalan müebbed hapse çevrilen mahkûmların birçoğu intihara teşebbüs etmektedirler. Çünkü o ağır bir cezadır. Ebediyen hapiste kalmak, ağır şartlar getirmek… Modern ceza hukukunda, ölüm cezasından müebbet hapse çevirmede hücre cezasının vesairenin d? değişik tatbiki istenmektedir, daha ağır bir tatbik istenmektedir. Binaenaleyh, müebbet hapis cezası vermek onlar için daha vahim ve ıstırap verici bir hal olmaktadır.
Şimdi bu noktada şunu ifade etmek istiyorum: Mahkemelerimiz yetkilerini kullanıp kanunlarımıza uygun olarak idam cezasını vermişlerdir ve bu kararlar huzurunuza gelmiştir; idam cezası üzerinde biz de fikrimizi söylemekteyiz.
Şimdi elimizdeki hadiseye bakalım Elimizdeki hadisede 3 sanık hakkında 146 ncı maddenin 1 nci fıkrasına göre hüküm tesis edilmiştir, yani cebren Meclisi ortadan kaldırmak ve rejimi değiştirmek suçu isnadedilmiştir.
Değerli arkadaşlanm, bizim şu yakın tarihimizde bu suçlar ilk defa olmuş değildir. 1960’ta aynı madde kullanılmış, yani 146 ncı maddenin 1 nci fıkrasına göre ceza verilmiştir. 1964’te Talât Aydemir ve arkadaşları için verilen hüküm de 146 ncı maddenin 1 nci fıkrasına göre olmuştur. Şimdi huzurunuza gelen 3 mahkûmun cezası da keza 146 ncı maddenin 1 nci fıkrasına göre verilmiştir.
Şimdi bunlann bir tanesi yapıldığı zaman, yani 1960’ta verilen karar bahis mevzu olduğu zaman, «Bunlar siyasî suçlulardı, asılmamaları lâzımgelirdi, hükümlerin infaz edilmemesi lâzımgelir.» tezi söylenmişti. O zaman benim de mensubu bulunduğum ve benim adıma da konuşan – benim Genel Başkanım olduğu için – Sayın İnönü, siyasî suçlardan dolayı bu infazlann yapılmamasını savunmuştur. Biz de şimdi burada aynı şeyi savunmaktayız. Yani, bizim, siyasî bir parti olarak tutumuzda – o partinin bir mensubu olarak kişisel fikirlerimi söylemekteyim tutarsızlık yoktur; ama dün şunlar asıldığı zaman, şunlara ölüm cezası tatbik edildiği zaman, onlar siyasî suçlulardır, ondan sonra gelenler de yine siyasî suçlulardır – bazılarına göre – ondan sonra gelenler, yani bunlar, siyasî suçlu değildirler, bunlar komünisttirler; öyleyse biz komünistlere ayn muamele yapalım görüşünü bir hukuk adamı olarak, bir hukukçu olarak kabul etmeye imkân göremiyorum. 146 ncı maddenin 1 ci fıkrası dediğiniz zaman onun içine 146 ncı maddenin 1 nci fıkrasına ne girerse onlar girer. Sayın Demirel gibi ben de ifade edeyim «Bunun içine ne giriyorsa onlar girer, onun dışındaki hiçbir şey bunun içine girmez.» Binaenaleyh, birincisi de, ikincisi de, üçüncüsü de; hepsi 146’ya l’dir, Anayasayı tağyir ve ihlâl suçudur…
Değerli arkadaşlarım, ben dosyayı başından sonuna kadar dikkatle okumaya çalıştım. Buraya çıkan arkadaşlardan «Bu, siyasî suç değil» diyen oldu mu pek fark edemedim? Olduysa onlara tabiî cevap vermek isterim. Askerî Yargıtay tasdik kararının 19 ncu sayfasında meşhur İtalyan Cezacısı Majno’dan da bahsedilerek, bunun vasfının siyasî olduğu yazılı bulunmaktadır.
Bugün Türk hukukunda siyasî suçun bir tarifi yok ise de, bilim alanında siyasî suçların tarifi vardır; Devlet idaresi aleyhine işlenen suçlar açıkça siyasî suçlardır. Bunlar da tamamen siyasî suçtur.
Şimdi ben elimdeki bu notlan okumayacağım, Sayın Seyfi Öztürk beyin, Sayın Fethi Tevetoğlu beyle birlikte yaptıkları Türk Ceza Kanunundaki değişiklik teklifinin, yani siyasî suçlara ölüm cezası verilememesi hakkındaki teklifin gerekçesini okuyacağım, öbür notlara lüzum yok, gayet güzel toplamışlar, düzenlemişler; ben de katılıyorum.
Sayfa 1 Sayfa 2 Sayfa 3 Sayfa 4 Sayfa 5 Sayfa 6 Sayfa 7 Sayfa 8 Sayfa 9 Sayfa 10 Sayfa 11 Sayfa 12 Sayfa 13 Sayfa 14