Şimdi arkadaşlar, meseleyi asli hüviyetiy­le ve serinkanlılıkla mütalâa edelim.

Evelâ demin kifayetin reddi ricasında bu­lunurken belirttiğim gibi, bugün tam 10 Marta rasladı, 10 Mart 1972.. 10 Mart 1954, tam 18 yıl önce bu Parlamento bir kanun kabul etmiştir. Kabul edilen kanun 6366 sayılı Kanundur, Av­rupa insan Hakları ve Temel Hürriyetlerini Koruma Anlaşması.

Yani evvelâ hukukî planda meseleyi orta­ya koyalım. Çünkü, dışla teması olan hariciye­miz, dış basını takibeden vatandaşlarımız ve Parlamenterlerimiz de bilmeliyiz ki hepimiz, konu çok yönlü bir istismar konusudur ve her çevrenin de Türklere çok dost olacağını sana­cak kadar safdil olmamamız lâzımgelir. Haklı olan şeyleri haklılığı içinde değerlendirimezsek, davanın bizatihi haklı olması yetmez, haklı ol­duğunu izhar edemezsek bundan Hükümetimi­zi faşist diye suçlarlar, Parlamentoyu faşist, Hükümeti insan haklarını çiğneye çiğneye hiz­met eden bir kalabalık gibi görmeye kalkışır­lar. Bunun vicdanlarda rüsub bırakmadan halledilmesi lâzım. Göğsümüzü gere gere haklı isek haklılığımızı anlatmamız lâzım.

Şimdi, hepimizin bildiği gibi, İkinci Dün­ya Savaşından sonra 1948 senesinin sonunda Birleşmiş Milletler, adını çok kullandığımız, hürriyetten her bahsettikçe tekrarladığımız in­san Hakları Evrensel Beyannamesini kabul et­ti. Sovyet Rusya da kabul edenler arasında, Amerika Birleşik Devletleri de, Türkiye de. Ka­bul ettiler, ama burada haklar listesinde adı geçen hakların – seçim hakkı dahil – mana ve medlulü üzerinde bir mutabakat sağlanma­dıktan maada, bunların fiilen uygulanmasının nasıl sağlanacağı da askıda kaldı. Bundan kı­sa bir süre sonra 1949 Mayısının 5’inde bildiği­niz gibi Avrupa Konseyi kuruldu. Avrupa Kon­seyinin esas yapısı ve hedefi hür demokratik düzeni ve dünya sulhunu korumaktır. Biz de buna gönüllü olarak katıldık. Avrupa Konse­yi daha Eylül 1949’da İnsan Haklan Evrensel Beyannamesinin teorik planda kaldığını düşü­nerek fiilen insan haklarını işletmek için bir başka hukukî vesika tanzim etmek gayretine gir­di ve bir sene kadar sonra 1950 senesinin Kasım ayında Roma Anlaşmasiyle bir mukavele or­taya çıktı ilgili devletlerin tasdik evrakı yetişti, 3 Eylül 1953 tarihinde bu yürürlüğe gir­di. Demin arz ettiğim gibi, biz de 10 Mart 1954’te 6366 sayılı Kanunla bunu kabul ettik.

Şimdi, bu insan kafasının, medenî millet­lerin, halk cumhuriyeti değil, sahiden demok­ratik cumhuriyetlere, demokratik idarelere sa­hibolan, köklü demokrasilere sahibolan memleketlerin inançla kabul ettikleri hukuk belge­sidir. Bunu daha henüz insanlık aşamadı. Çağ içi, işte en son belge bu.

Demin arkadaşlarımın haklı olarak anlattıkları gibi, yoksa isa’dan bu tarafa hukuk felsefesinde çok şey söylenmiştir; Beccaria’dan bu tarafa ceza alanında çok şey söylenmiştir, ama insan hakları alanında medenî milletlerin benimsediği belge bu.

Şimdi, bu belgenin başında, daha giriş maddesinde, bütün medenî milletlerin Anayasalarında yer aldığı gibi «Her ferdin yaşama hakkı kanun himayesi altındadır.» denmektedir. Hiç tereddüt edecek bir yönü yok.

Devam ediyorum: «Kanunun ölüm cezasiyle cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın infazı dışmda hiç kimse kasden öldürülemez». Yani kanun bir suçu ölüm cezasına bağlamış ise ve yetkili bir mahkeme suçlu hakkında bu cezayı vermiş ise, o ceza infaz edilir. Bu, kasten insan öldürmek yahut insan hayatına saygısızlık anlamına gelmez, onunla çelişmez. Bunun yabancı dildeki metninde «İstisnasiyle» tarzında kullanılmıştır.

Şimdi, bundan sonra devam ediyor: «öldürme, aşağıda derpiş edilen zaruret halleri dışında bu maddenin ihlâli suretiyle yapılmış telâkki olunmaz». Yani, şu hallerde ölüm mümkündür dedikten sonra şu halleri sayıyor: «Her ferdin gayrimeşru cebir ve şiddete karşı korunmasını sağlamakiçin…» Gayrimeşru bir kuvvete karşı bir insanın hayatına kasdedilmişse, o insanın hayatını kurtarmak için mütecaviz öldürülür» diyor.

Başka: «..Kanun hükümleri dahilinde bir tevkifi yerine getirmek..» Yetkili makam «Tutuklayın», demiş, onu yerine getirmek, ama onun karşısında el bombası atıyor, tabanca çekiyor, dinamit lokumu atıyor, ne ise… İşte böyle bir durumda kanun hükümleri dahilinde bir tevkifi yerine getirmek veya kanuna uygun olarak mevkuf bulunan bir şahsın kaçmasını önlemek için bu da caizdir diyor.

«c) Ayaklanma veya isyanı kanuna uygun olarak bastırmak için…»

Arkadaşlar, bir yıldan beri hep kabul ediyoruz; Türkiye normal şartlar içinde değildir. Bir yıla yaklaşık bir zamandan beri büyük çoğunlukla kabul ediyoruz; bir sıkıyönetim içinde Türkiye kabili idaredir. Şu anda sıkıyönetim bizim normal bir düzenimiz gibi oldu. Yetkili ağızlar Türkiye’nin bir büyük tehlikeyle karşı karşıya olduğunu ifade ediyor. Şimdi bu safhadayız. îşte böyle bir safhada iken önümüze yetkili mahkemeden verilmiş olan üç tane ölüm cezası geliyor. Anayasanın 64 ncü maddesine göre bunu Meclis karara bağlar. Doğru. Anayasa tafsilli bir hüküm de koymamış; Büyük Millet Meclisi kararı nasıl bağlar? (Millet Meclisi burada bağlar, Cumhuriyet Senatosu orada bağlar, ayrı ayrı bağlarlar. Burada «Evet, uygundur» dense, orada «Hayır» dense birbirini tutmaz. Onun için bunun bir kanun yoluyle olacağı tabiî ve mantıkî zarureti gördüğümüz gibi, biz bunu kanunla yapıyoruz.

Şimdi, o kanunun 1 nci maddesi üzerinde içinde onbir yıllık Anayasa uygulamasında da müzakeredeyiz, aıma kanunun aslı da bu maddedir. Şimdi, bu madde ve Anayasa bakımından durumumuz ne olmak lâzım? Evvelâ burada bir muhalefet şerhi okundu. Muhalefet şerhi tabiî arkadaşımızın şalhsî adına verilmiş bir muhalefet şerhidir; sanmam ki, o muhalefet şerhine o arkadaşımın mensubolduğu partiden katılacak bir ikinci insan çıksın, ama bizatihi o muhalefet şerhini veren arkadaşımızın biraz dikkatle okusa «Keşke vermeseydim» diyeceğine de kaniim. Çünkü, arkadaşlar bîr yönünden değil, her yönünden ters, vakıalara aykırı, memleket menfaatlerine aykırı, hatta Anayasaya aykırı.

Burada apaçık söylüyorum, Anayasanın bize verdiği yetki sınırlı, bizi mahkeme yerine koymamış. Biz birtakım sanıkları alıp ta burada Yüce Meclis olarak muhakeme edemeyiz. Biz kendi üyelerimizi bile muhakeme edemiyoruz, edemeyiz. Bizim yapacağımız şey infazı kabul edelim mi, etmeyelim mi? İnfazı kabul edip etmemek mahkeme kararını tağyir, tebdil ve münakaşa etmek değildir. Yani, bir memlekette yasama yürütmeden ayrılacak, yürütme yargıdan ayrılacak, bir memleketin kanunları olacak, her medenî memleket gibi bu Türk Milleti adına yargı yetkisini kullanacak, derecattan geçecek, delilleri takdir edecek, bu cezayı uygulayacak, ondan sonra biz burada oturacağız, mahkemenin kararını parça parça tersine çevirmeye çalışacağız.

Neymiş, muhalefet şerhinde yazılı olan «Bu gençler aslında komünist değillerdir»

Bu muhalefet şerhinde şunu söyleyen, bu­rada ceza görmüş olanlarla mutabakat halinde değil, vakıalarla mutabakat halinde değil. «(Bunlar aslında polisi öldürmek istemediler.. İnsanın sorası gelir, affedersiniz, yani gecele­yin buraya kurşun atmayı beraber mi tertip­lediniz ki, bizim niyetimiz sadece aşağıya at­maktı.. (A.P. sıralarından «Bravo» sesleri) «..Bu paraları yemediklerine göre aleyhte konuşma­ya kendimizi yetkili göremiyorum..»

Arkadaşlar, hırsızlık, banka soygunculuğu, bekçi öldürerek soygunculuk dünyanın nere­sinde hangi hukuk düzenine bağlı insan ka­fasında müdafaa sahası bulur. Nitekim, hak­kını vermek lâzım; burada bu cezaların infa­zı lehinde olmadıklarını beyan eden başka söz­cüler bu noktaya girmemeyi, bazıları hiç de­ğilse bir ölçüde tercih ettiler, onların nereye taşdıklarına da temas etmeye mecburum, çün­kü, bu madde arz ettiğim gibi bu kanunun hem Türk kamu oyunda, hem medenî millet­ler kamu oyunda neden dolayı şu Mecliste şu yolda veya bu yolda karara bağlandığının tar­tışılmasına zemin teşkil edecektir.

Arkadaşlar, bahis mevzuu olan muhalefet şerhinde daha öyle anormal cümleler kulağıma çarptı ki, hatırlayacağınız üzere oturduğum yer­den «Türk Milleti adına karar veren yüce mahkemenin sesini duyurun» demek zorunda kal­dım. Çünkü, bunların bu tarzda Mecliste savu­nulur olması bizim sola karşı değil, bırakın solu, sağı, Devlet olma vasfımızla bağdaşmayan bir durum yaratır, Türk Parlamentosunun hiç bir üyesi, bu çatının altında «Ben milletvekili­yim» diyen hiç bir insan bu istikamette bir sa­vunma yapamaz. Samimi kanaatim bu. Ne söy­leneceklere başka açıdan söylenir, ona gelece­ğim; başka açıdan söylenebilecek şeyler var, o noktayı söyleyeceğim.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, demek ki, me­denî dünyanın hukukî eser diye çıkarabildiği en son belge olan Avrupa insan Hakları ve Te­mel Hürriyetlerini Koruma Anlaşması, biraz ev­vel metnini arz ettiğim gibi, insanın hayat hak­kı vardır diyor, ama insanla beraber insanın mensubolduğu toplumun da, milletin de, devle­tin de yaşama hakkı vardır diyor.

Şimdi, Anayasada temel hak ve hürriyetler hakkında yasama hakkı söylenmiş; doğru, ama ondan sonra da «özüne dokunulamaz» denmiş, 64 ncü maddeye gelince bir talihsizlik olmuş, ölüm cezalarından dolayı yetki verilmiş. Ar­kadaşlar, bu Anayasa hürriyetçi bir düzen için­de, hürriyetlere milletin susadığı kabul edilen bir ortamda yapıldı. Anayasada onlar söylenir­ken, Türk toplumunun gerçekleri de bir ölçü­de gözden kaçmamış olacak ki, ölüm cezası diye bir cezanın varlığı kabul .edilmiş ki, bunların infazı hususunda Parlamentonun yetkisi kabul edildi.

Şimdi, hukukun bir temel kuralı vardır: Bu baki gerçekleri hukukî safsata ile çürütme­ye kalkışmanın hiçbir anlamı yoktur, bunun dı­şında hiçbir içtihat yapılamaz. Eski hukukçular derlerdi ki, «mevridi nas olan yerde – yani kaide olan yerde – içtihada mesağ yoktur» Burada sarih olarak Türkiye Büyük Millet Meclisinin yetkisi yazılı.

Yine hukukun değişmez bir yorum kuralı: Her hangi bir meselede umumî hükümlerle hu­susî hükümler arasında biran için fark görülse, hususî hüküm o anda umumî hükmü bertaraf eder. Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu yet­kisi tartışılamaz arkadaşlar. Bu bakımdan, Anayasanın 11 nci maddesinde böyle vardır, Ana­yasanın 11 nci maddesi maddedir yahut 18 nci maddesi maddedir, ama 64 ncü maddesi madde değildir tarzındaki görüşün ciddiyet taşıyan bir yönü yoktur.

Şimdi gelelim medenî memleketlere: Madem bu mevzuda konuşuyoruz, bu kürsüde bir gerçeği de dile getirmek isterim. Avrupa Konse­yine demokratik olan ülkeler kabul edilir üye olarak. Demokratik olmayan ülkeler üyeliğe ka­bul edilmez, ama İspanya böyledir, Portekiz böyledir., İspanya ölüm cezasını kaldırmıştır, ama Avrupalı gözünde ölüm cezasını gördürdüğü için medenî bir toplum yine sayılmaz, de­mokratik toplum yine sayılmaz. Bazı memleket­lerde ise nazarî olarak ölüm cezası kaldırılır, tatbikatta kitle ölümleri yapılır.

Şimdi, her memleketin kendi bünye ve ih­tiyacına bağlı; ölüm cezası asırlardan beri tartışılan bir şey. Binaenaleyh, bu meseleyi bir kere bu noktadan ayrımak lâzım. Bir başka noktaya bu vesileyle temas edeyim: «Efendim öldürmemiş ki, ölüm cezası veriliyor..» Kol kıra­na ceza kolunu kırmak suretiyle verilir, göz çıkarana gözü çıkarılmak suretiyle ceza uygu­lanır, öldürene ölüm cezası verilir.. Var böyle bir ceza, ama işte bu ceza ilkel, bu kısas; en az 20 asır gerilerde kalmış. Şimdi onun yerine bugünkü toplumda ceza, çeşitli açılardan, ama bir taraftan fert hürriyeti, bir taraftan toplum güveni bakımından düşünülmüştür. Birisini öldürmenin caiz olduğu haller meydanda, ama birisini değil bir milleti öldürmeye niyetlenen adam düşününüz. Bir kasaba halkını öldürmek için bir mikroplu su durumu yarattığını veya bir müstahkem mevkimizi millî bütünlüğümüzü parçalayacak şekilde düşmanlara verdiğini ve­yahutta – bir arkadaşım söyledi -125 nci madde­de öngörülen şartlar altında Türkiye’nin bü­tünlüğünü parçalama gayreti içine girdiğini dü­şünün. «Efendim kimseyi öldürmedi ki..» Bu anlayış içinde değiliz, Türkiye Devleti bu an­layış içine hiçbir zaman gelmeyecektir. Kal­binde merhamet olan insan, sureta hümanist felsefe namı altında bir toplumun kaderine kıyamaz. 5 000 yıllık mazisi olan milletin bü­tünlüğüne kıyamaz. Evvelâ milletini sev de, milletinin bütünlüğünü korumaya çalış da üst tarafını ondan sonra.. Ama, milletten kopmuş olduktan sonra bunu değişik kılıklarda söyle­mek bizim için inandırıcı bir güç getirmez. Bun­lar böyle.

Demek ki, hukuk açısından biz burada, mahkemenin vermiş olduğu kararı, gerekçesi, tah­liye kısmı, delil değerlendirilmesi falan gibi yönlerden ele alıp konuşursak, kaza erk’ine kar­şı saygısızlık ederiz. O zaman bizim yetkileri­mizi tartışanlara da kızmayalım; bu böyle de­ğil. Biz burada, mahkeme üstünde mahkeme, onun da üstünde biz değiliz. Biz burada, aslın­da bir siyasî heyetiz, işte Hükümete asıl so­racağım nokta bu: Hükümet «biz bunu Mec­lise getiririz, Meclis nasıl takdir ederse öyle yapabilir» diyebilir. Çükün Anayasada, içtü­zükte sarih bir hüküm yok, ama biz diyoruz ki, bu ölüm cezalarının infazına karar vermek de vermemek de mümkündür. Siz, fevkalâde şartların iktidarısınız, memlekette, bir taraftan büyük, çok büyük hale gelmiş olan bir tehli­keyi önlemek gibi çok ağır ve tarihî görev yük­lendiniz bir bu var, bir de bunu sağladıktan sonra birtakım kalkınma hamlelerini gerçek­leştirmeniz var. Bunu yapmadan ötekini ya­pamayacağınız, yapamayacağımız aşikâr.

Şimdi, sıkıyönetim devam ediyor. Sıkıyöne­tim biliyorsunuz Meclisin tasviriyle, ama her defasında Hükümetin isteğiyle devam ediyor. Hükümet karar veriyor, getiriyor, biz de uy­gun görüyoruz Hükümeti dinledikten sonra. Toplumu düşünün, yani suç var, ceza var, ka­nunun yazdığı ceza, eski tabirle «şeriatın kes­tiği…» ama bunu infaz etmek de mümkün et­memek de mümkün.. Bu infaz yapılırsa mı top­lumun menfaati, yararı var yapılmazsa mı? «Vallahi bilmem» O halde toplumu idare et­mek gücünde bir eksiklik var; Hükümet ola­rak bileceksiniz, «infazda fayda var. infazda fayda yok» diyeceksiniz. Meclis elbette Hükü­metin ağzından çıkana bağlı kalmaz, Hükü­metin görüşünü ayrıca değerlendirme hakkını mahfuz tutar, ama benim endişem odur ki, «Efendim, biz vaziyet almadan bunu Meclise götürdük, Meclis çoğunluğu, yapılan bir kısım uyarmalara rağmen yine de bir nevi intikamcı duygudan kendini alamayarak veya yüreğin­de daha az şefkate yer vererek infazı erteleme­di, yani infazı durdurmadı, infaza karar verdi. Hükümet olarak aslında biz bu görüşte değil­dik, görüş bildirmedik.» Bunu söylemeye kim­senin hakkı var mı? Bunu söylemeye herkesin hakkı var; bunu söylemeye sağ çevrenin de, sol çevrenin de, bana sorarsanız Silâhlı Kuvvetle­rin de bu noktada hakkı var. Ne olacaktı ki, nasıl idare edeceğiz?

Bilirsiniz bizde idam kararı verilmesi mak­bul bir şey değildir. Hâkimlerimiz eskiden beri bir gelenek içindedirler, idam karan verdikleri zaman büyük bir tessürle kalemlerini kırarlar. Aslında idam cezasına bu Mecliste parmak kal­dırmak da çok kolay bir şey, rahat bir şey, istenilecek bir şey değildir, ama bir atasözü vardır «Merhametten maraz doğar» derler. Ya­hut eskilerin dedikleri gibi «zarar-ı âmmı defet­mek için zarar-ı has ihtiyar olunun, eğer bir zarar bahis mevzuu olunsa» Şimdi burada, top­lumun kaderi bakımından, Türkiyenin anarşi­den kurtulması için her sıkıyönetim müzakere­sinde ortaya konan «memleket bir büyük teh­like ile karşı karşıyadır, memleket bir komplo ile karşı karşıyadır, yapamıyoruz bu kanunlar­la, olmuyor bu Anayasa ile» görüşlerinin yanı sıra, bu infazlar konusundaki tutum nedir, gö­rüş nedir? «Ben kanşmam, Meclis yapsın» diye­rek Türkiye’de ne aşırı sağ ile mücadele edilir, ne aşırı sol ile mücadele edilir. Apaçık söylüyo­rum, 12 Mart’m yıldönümüne geldik, bu konu­da Mecliste mi kabahat var, tutumda mı kaba­hat var tespit edelim. Apaçık söylüyorum arkadaşlarım, 12 Mart Muhtırası «kuvvetli ve inandırıcı Hükümet» istedi. Sayın Hükümet Başkanı, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından bu kuvvetli ve inandırıcı Hükümeti teşkile memur edildi. Parlamento günahkâr değildir, Parla­mento anlayışsız değildir. Hükümete katılma­yanlar dahi, pek çok Hükümet isteğinde, me­selâ sıkıyönetimin uzatılmasında oy vermekten geri kalmamışlardır. Meselâ bugün şu tutumda Hükümete üye veren partilere nazaran geri durumda değiller, bunu görüyorum. (D.P. sıra­larından alkışlar «bravo» sesleri.)

O halde, Parlamento kuvvetli Hükümet ol­sun diye ne imkânı varsa ortaya koydu. Şimdi, kuvvetli olmak için ne lâzım?. Efendim, kanun­ları yapmak lâzım; yapalım. Kanunları uygu­lamak lâzım; uygulayalım. Parlamento kuvvet­li ve kararlı Hükümet formülünü kendisi icadedemez. Şimdi bu infazlar uygun mudur de­ğil midir? «Efendim siyasî takdir» Elbette si­yasî takdir Siyasî takdir olduğu içindir ki, bir Hükümet görüşüne ihtiyacım var; hele olağan­üstü şart olduğu için buna ihtiyacım var. Me­selâ Hükümet şu kanaatte ise: «Vallahi bu infazlar yapılırsa – bazı arkadaşların düşün­dükleri gibi – bu birtakım çevreleri daha da çok ümitsdzliğe iterek yeni yeni huzursuzluklar çıkarır, yani bizim yaygınlaşmasını istemediği­miz aşırı sol çevre faaliyetine zemin teşkil eder.» Olabilir, bir görüştür hürmet ederim, Veya, aksine bir seneden beri mücadele ediyo­ruz, artık iki kere iki dört, suçları aklı başın­da her insanı çileden çıkaracak tarzda elle tu­tulur bu insanlar için oybirliğiyle bütün mer­cilerden geçmiş olan kararın infazında Parla­menlto mütereddit olursa, Hükümet olarak biz, nasıl kararlı bir mücadele yaptığımızı etrafa kabul ettiririz, sıkıyönetim çalışmaları bundan nasıl kuvvet bulur? Bu noktanın açıklanmama­sında büyük sakınca görürüz. Onun içindir ki, «efendim mecbur muyum?» efendim mecbur­sunuz, çünkü siz, olağanüstü şartların Hüküme­tisiniz, kararınızı tarihî bir celsede «bizim gö­rüşümüz budur Meclis bilir» şeklinde açıklar­sınız, ama Hükümet olarak görüşünüz olması zorunludur. Binaenalyh, sadece biz ceza kanu­nunda ölüm cezasının kaldırılmasını şimdilik düşünmüyoruz veya düşünmüyoruz tarzında söy­lemek, konunun çözümü için yeterli değildir; açıkça böyle.

Değerli arkadaşlarım, bununla şunu söyle­mek istiyorum: Ben şahsan – birçoklarınız emi­nim ki, benim gibisiniz – kabil olsa da bu mem­lekette bu ortam doğmasa, hiç kimse, bırakınız ölüm cezasını, ceza almasa biçiminde düşünen­lerdenim. ölüm cezası mukadderse, kaçınılmaz hale gelmişse samimî inancım bunun asgarinin asgarisi olması temayülündeyim, en dar ölçü içinde olması temayülündeyim. Yani, yine eski hukukçuların bir mütearifesi; «zaruretler an­cak miiktarmca takdir olunur.» Bunun genişle­memesini düşünürüm. Meselâ bir arkadaş, bil­miyorum kınamak için mi söyledi, vaktiyle Harbokulu kumandanı – Allah rahmet eylesin, Allah taksiratını affetsin – silâhına sarılmış, Devletin meşru gücüne karşı isyan etmiş. Bu birinci isyanda, o zamanın iktidarı, o zamanın parlamentosu, o zamanın Hükümeti, o zama­nın Hükümet Başkanı bir genel affı tercih et­ti. Af çıktı, bir süre gitti işler, yeniden fesat hareketi devam etti Devletin meşru Hüküme­tine karşı Devletin verdiği silâhla bir taarruz hareketi oldu, ama Allaha şükür Ordu büyük bir vatanperverlikle meşru kuvvetten yana ol­du ve olay bastırıldı. Bunun elebaşısı olanlar vardı. Haklarında ceza verilmişti; üç – dört tane – belki daha fazla şimdi bilmiyorum – ölüm cezası. Hatırladığıma göre ben, bunlardan me­selâ, sembol vaziyetmde olan, en çok mesulye­ıtini taşıyan, itici gücünü teşkil eden veya sem­bolleştirilen şahsının tecziyesiyle toplumun meş­ru düzen dönmesini yeterli saydım, yani bugün söylenen bu. Evet dedim buna ölüm cezası ve­rilir, bunu da infaz etmeyelim, bu da ölüm ce­zası kalır, ölüm cezası kalkmaz, ama infazı du­rur.

Şimdi arkadaşlar, asıl mühim mesele bir memlekette cezaların çok ağır olması da değil, cezaların müessiriyeti, cezalann sahiden uygula­nacağı. kanaatinin toplumda olması, yanına kâr kalacağı kanaatinin yerine, muhakkak cezasını görecektir kanaatinin yerleşmesi.

Şimdi, yabancı bir başkonsolosu öldüren ve aslında bütün kamuoyunu da, Türk kamuoyunu da fevkalâde yaralayan olayın failleri, bildiği­niz gibi kaçtılar. Bu kaçma herkesi üzdü ve toplumumuz için bir yeni anarşi kaynağı oldu. Üzülerek söyleyelim, maalesef henüz tam tafsilâtlı açıklanmadı ama, Sayın Başbakanın geçen gün Mecliste yaptığı açıklamadan anlıyoruz ki, maalesef birtakım çok üzücü bağlantılar da var.

Şimdi biz ne yapalım?

Şimdi, Meclis olarak Türk toplumunun selâmeti ve saadeti, huzurunun teessüsü, anarşinin yenilmesi; memleketi, Cumhuriyeti tehdid ettiğini her defasında söylediğimiz komplonun biran evvel yok olması için bu Parlamento hangi yolu tutmalıdır?

Efendim, Parlamentoya akıl verecek değilim ya, Parlamentoda… Şüphesiz, Parlamentoda her üye kendi vicdanına göre oy verecektir. Şahsen bir grup sözcüsü olarak konuşuyorum. Konuştuğum kısımlar grubumla yüzde yüz mutabık olduğum kısım. Ama şu anda grubumun hangi ölüm cezalarına oy vereceğini tekeffül etmiyorum. Onlar da benim hangisine; hepsdne mi, bir kısmına mı oy vereceğimi bilmiyorlar. Çünkü, biz bunu tamamen bir vicdan meselesi olarak, kanaat meselesi olarak mütalaa ettik. Ama, bu kanaatin tahassülü aslında şunun için önem taşıyor: Hepimizde müşterek şey; hangisi toplumun menfaatinedir.

Meselâ, Kargılı arkadaşımız burada – konuşmalarının birtakım sivri yerleri olabilir – ama bir noktada dedi ki, yani, bu, bana yarıyorsa öyle olsun, yaramıyorsa öyle olmasın; kendi kanaatine göre yaramaz noktasında düşünüyor. Mümkün, bu tarzda düşünmek mümkün. Bu tarzda düşünen insanı, anarşiden yanadır diyemezsiniz, toplumun aleyhine vaziyet aldı diyemezsiniz. Ama bunun sorumluluğuna katlanacak olan Hükümet. Hükümet, meselâ Parlamento; diyelim ki, bunu kabul etmiyor. Efendim
bu Meclisle nasıl yapacağız? Diyen veya böyle demeye hazır belki birtakım çevreler vardır. Yani,
bu kadar uğraşıldı, artık münakaşa edilemeyeceği sanılan üç tane ölüm cezası geldi ama, işte Parlamento bu kadar sorumsuz. Bunu dahi kabul etmiyor veya aksine; efendim bir nevi intikamcı
duyguyla buna karşı yönelindi.

Arkadaşlar, bu iş, bu tarzdaki demogojilere mütehammil değil. Her siyasî parti kendisini savunacağı yerleri başka tarafa ayırsın. Adalet Partisinin söyleyeceği şeyler vardır, Halk Partisinin söyleyeceği şeyler vardır, mütekabilensöyleyeceklerimiz vardır. Ama şimdi bırakalım bunları. Yani, bunları bu istikamete götürürseniz, 12 Mart, 12 Mart öncesi, sonrası falan, hele 1944… Bundan bir şey çıkmaz. Ben şu anda, önceden söylenmiş olan lâfların önemini kabul etmiyorum. Onları aşan bir durumdayız biz. Ne olmuş yani? 12 Mart öncesi şöyle olmuş, böyle olmuş, neticesi de meydanda işte. Bir iktidar değişmek zorunda kalmış, ötekiler ne olmuş? Onlar da şöyle olmuş, böyle olmuş, o iktidar milletten
şu ölçüde bir hüküm almış.

Bunu tartışmamn zamanı belki gelir. Bir müsait zaman buluruz, belki o gün de onları tartışırız, savunuruz, suçlarız. Olabilir. Şimdi bugün, bu Meclis tam bir sorumlulukla bütün kanatlarla böyle biribirini suçlayarak, demin yaptığımız gibi şu tarafı, bu tarafı bölünmeli oylarla değil, tam bir inanç birliği içinde bir neticeye varmalıyız, öyle varmalıyız ki, Hükümet bizden farklı düşünüyor diye çıkmamalıyım ben burada veyahut dışarı çıktığım zaman Hükümet veya bir Hükümet üyesi, atfen bana ters bir lâf söylememeli.

Arkadaşlar, söylenmeli mi, söylenmemeli mi? Apaçık söylüyorum şimdi: Bu memlekette Sıkıyönetimin ilânını Hükümet kararlaştırdıktan sonra, sonradan o Hükümetten ayrılmış olan birtakım
zevatın, bu Sıkıyönetim aleyhinde olduklarına dair açık konuşmalarına şahit oldum.

Düşünün, bir Hükümet Sıkıyönetim ilân ediyor, Hükümetin bir kısım üyeleri, biz Sıkıyönetime taraftar değildik diyebiliyor bir kulis faaliyetiyle. Ama gizli de değil, bu Parlamentonun içinde.

Şimdi, buradan şu netice çıkar değerli arkadaşlarım: Elimizdeki kanunu, üç tane gencin hayatını feda ediyoruz yahut üç tane genç insanın asılmasından bir haz duyuyoruz anlayışında yorumlamaya kimsenin hakkı yok. Ama, bunun fayda getirmeyeceği görüşü varsa, hakikaten bunun, bu ölüm cezalarının infazında da amelî fayda yoksa. Bu noktada bir berraklığa ihtiyaç vardır.

Şu anda şüphesiz, hepimizin, dosyaları bildiğimiz için, olayların içinden geldiğimiz için, şindiye kadar düşündüğümüz için aşağı yukarı teşekkül etmiş bir kanaatimiz de vardır.

Hiç şüphesiz Hükümet, yine de benim bu ricama rağmen ağzını açmazsa, yine de kürsüye çıkıp, evet böyledir, bizim de kanaatimin müessiriyettir demezse – demeyebilir – çünkü bir talihsiz tarafım var; ben, Hükümet Başkanımın Millet Meclisinde vereceği oyu da bilmiyorum, çünkü kendisi Senatör. Yani şu anda oylama ile öğrenirsiniz derseniz, onunla da öğrenemeyeceğim, çünkü Hükümetin bir kısım üyeleri sena­tör, Hükümetin bir kısım üyeleri partiler dışı. O halde, bunu ben öğrenemediğim gibi, kamuoyu da öğrenemeyecek, bundan da birtakım zararlar doğacak inancındayım.

Sözü daha fazla uzatmak istemem. Arkadaş­larımdan rica ediyorum; biribirimize söyleyecek lâflarımız var. Yani, burada bir parti grubu adı­na, bir diğer partiyi suçlayarak falan veyahut övünerek yaptığımız konuşmalar, günün konuş­maları değil arkadaşlarım. Yoksa söylemek lâzımgelse çok rahat söz söyleme imkânına ben ve benim partim de sahip. Yani, acabası falan yok; yazılan işhad ederek, gazeteleri işhad ede­rek ben de çok şey söyleyebilirim, zabıtları işhad ederek söyleyebilirim. Ama ne kazanırım? Ben, memleket için bugün ne kazanırım, yarın için ne kazanırım?

Bir şey kazanamayacağımı bildiğim için, memleketin asıl korunması lâzım gelenin bu olmadığını düşündüğüm için bu tarzdaki konuş­maları partim adına, grubum adına cevaplan­dırmaya lüzum görmüyorum ve sizlerden de ri­ca ediyorum; Hükümet lütfeder de, Meclisin isa­betli bir karar almasına yardımcı olursa müte­şekkil’ kalacağım.

Hürmetler ederim arkadaşlarım. (M.G.P., A.P., D.P. sıralarından alkışlar.)

BAŞKAN — Cumhuriyet Halk Partisi Gru­bu adına Sayın Necdet Uğur, buyurunuz efen­dim.

CUMHURİYET HALK PARTİSİ GRUBU ADINA NECDET UĞUR (İstanbul) — Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;

Görüşmeler, önce tümü üzerinde, sonra 1 nci madde üzerinde devam ediyor. Aslında tümü üze­rinde yapılan görüşmeler de, 1 nci madde üze­rinde idi. Çünkü, konuştuğumuz konunun baş­ka bir maddesi yoktur.

Burada bu meseleyi ele alırken, içinde bu­lunduğumuz olağanüstü koşulların bütün ge­reklerini gözönüne almaya çalışmıştır. Aklı­mızın kenarından hiçbir siyasî partinin ne po­litikası geçiyordu, ne kişileri geçiyordu ve yan­lış anlaşılmaya imkân bırakmayacak açıklıkta ve tekrarlardan da bu yüzden kaçınmadan, bu konu üzerindeki düşüncelerimizi söylemeye çalışmıştık.

Komisyon çalışmalarında katkısını, değerini gördüğümüz, özel konuşmalarda meseleler üze­rindeki sağduyusuna şahidolduğumuz Adalet Partili bir arkadaşımız, grubu adına konuşma­ya başlayınca, gerçekten hiç tanınmaz bir hal aldı ve söylediklerinin, grubunun resmî politi­kasiyle bir irtibatı var mıdır, olabilir mi? Diye de ciddî olarak düşünmekteyiz.

İçinde bulunduğumuz şartlara bakıyoruz, gösterdiğimiz büyük dikkate bakıyoruz, zaman zaman kendilerinin sorumlu ve yetkili liderleri­nin konuşmlalanndaki dikkate bakıyoruz ve bir anda, eğer kendisine burada ayak uydur­sak, uyduracak olsak bu Meclisi görülmemiş bir noktaya getirecek bir tahrik, bir suçlama, bir yakıştırma, bir tahrif ve geçmiş yılların hiç birisinde olmamış şekilde, alabildiğine siyasî partileri birbirinin boğazına sarıltacak bir nok­taya getirmenin bütün çabasını sarf etti. Yani, bir konuşucunun, grupu tarafından destek gör­mesi güzel şeydir, grubunun hislerini tat­min etmesi güzel şeydir, grubunu da yansıtma­sı güzel şeydir ama, buradaki konuşucu bir gö­rev yapmaktadır ve bu görevi, bu grupdaki 3 dakikalık, 5 dakikalık bir havanın gereği ola­rak yapmamaktadır, bir memleketin idaresi üzerinde çok ciddî şeyler söylüyoruz. Yani, na­sıl oldu da siyasî partisiyle bu sözcü, bu nokta­lar arasında bir aynilik kurdu, bu politikayı siyasî partisine atfeder üslupta konuştu?

Bereket versin başka beyanları ve yine so­rumlu kişilerinin davranışlarını gözönüne alıp, aslında kendisinin girdiği yola girmeyeceğiz. Ve buna her şeyden evvel sorumluluk hissimiz manidir ama, eğer bu istidat bir politika ise, bir grubun, bir partinin bilmediğimiz sebeplerle yalnız bir tanesini, yanılmayı temenni ederek biraz sonra söyleyeceğim bir tek görebildiğimiz bir sebep var; ama eğer bir resmî politikay­sa misliyle cevabını alacaktır.

En azından şunu kabul buyurunuz ki, kar­şınıza aldığınız parti 7 seneden beri iktidarda değildir, muhalefettedir ve bu anda muhasebe­sini yaptığımız şey, 6 – 7 yıllık iktidarımızın ne­ticesinde doğmuş olağanüstü şartlar, sorunları­dır. (C.H.P. sıralarından «Bravo» sesleri, alkış­lar, A.P. sıralarından gürültüler.)

Şimdi; hem böyle olacaksınız, 6 – 7 yıldan beri, sadece sizi uyarmak görevi olan bir siyasî partiye 3 kelime, 5 kelime ile bütün sorumlu­lukları ve birtakım resmî belgelerle de teşvik edilmiş sorumlulukları bir polimik zevki içinde S dakikada nakletmeye çalışacaksınız ve bu bir resmî politikanız olursa eğer, bu yürümez, bu geçerli olmaz ve memleket bundan bir şey ka­zanmaz.

Şimdi, arkadaşımızın, çok şaştığım, aslında zaman zaman çalışmalarından kuvvetli hafızası olmasına rağmen, nasıl oldu da bu hafıza zaıfı olduğunu gördüğüm bir noktasıyle başlayacağım.

Arkadaşımız dedi ki: «Burada Cumhuriyet Halk Partisi adına konuşan – adını tam hatırlamadığı için zat diyeyim – o zatın konuşmasın­da kullandığı bir slogan var. Bu, bir komünist sloganıdır.»

Neymiş bu arkadaşlar?

Demişiz ki, bütün bu olup bitenlerin sebebi, Anayasanın öngördüğü düzenin kurulamaması.

SEYFİ ÖZTÜRK (Eskişehir) — Mazlumla­rın müdafaası bu.

BAŞKAN — Rica ederim efendim, müda­hale etmeyiniz.

NECDET UĞUR (Devamla) — Cümleniz de aynen bu üstadım.

Böyle demişiz ve mazlumlar da böyle diyor­larmış ve bu bir komünist sloganı imiş,

Şimdi, iki vesika okuyorum. Yani, değerli arkadaşımın, maksadını aşmış olmasını, parti­yi ilzam etmemiş olmasını hep tercih ederek okuyorum.

Birincisi: «1960 Devriminin Türkiye’de ka­zandırdığı, 1961 Anayasası Türk toplumunun çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmasını sağlayacak dengeli bir gelişmenin çerçevesi olarak ortaya çıkmıştır. Anayasanın getirdiği düzen içinde, dinamik bir yapıya sahibolan toplumumuz, hız­lı bir toplumsal ve siyasal değişme sürecine girmiştir. Bu oluşun, sağlam bir gelişmeye dö­nüşmesi için, temel, yapısal ve kurumsal çözüm­lerin getirilmesi ve sorunların cesaretli adım­larla ele alınması gerekirdi. Gerçekleştirilmesi zorunlu, yapısal ve kurumsal değişikliklere tür­lü nedenlerle girişilememiş ve sorunları çözme­de, olayların arkasında kalınmıştır. Bu durum, toplum yapısiyle Devlet düzeni arasında önem­li gerilimlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Devlet ve toplumda gelişen çeşitli güçler ara­sında, kuralları belli ilişkiler kurulamamış ve karşılıklı bir güvieüsizlik ortamı doğmuştur. Bu ortam, son ayların- karışıklıklarına ve 12 Mart Muhtırasının 2 nci maddesiyle çözümlenmesi istenen siyasal bunalıma yol açmıştır.»

Bu okuduğum belge, Türkiye’de bir seneden beri, anarşik olaylarla aşın sol ile mücadele yapan ve bu mücadeleyi yaptığı için de, Adalet Partisi Grubu tarafından oylariyle desteklenen, Erim Hükümetinin programının 1 ned sayfası­dır. Şimdi, yani Erim Hükümeti de komünist sloganı mı kullandı? (A.P. sıralarından «Ne alâkası var» sesleri.) Cümlesi bu. Yani arka­daşımıza soralım: Ne alâkası var?

«Parlamento ve Hükümet süregelen tutum ve icraatiyle yurdumuzu, anarşi, kardeş kavga­sı, sosyal ve ekonomik huzursuzlukların içine sokmuş, Atatürk’ün bize hedef verdiği uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitir­miş ve Anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyetinin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.»

Muhtıra, 12 Mart Muhtıra’sının maddesi çok açık, çok sarihtir.

FUAT AZMİOĞLU (Kütahya) — Nihat Erim’i mi müdafaa ediyorsun?

NECDET UĞUR (Devamla) — Muhtıra… Muhtırayı okudum. Çok açık. Lütfen bir daha akşam okuyunuz. Üzerinde durmayalım, as­lında durmamamız gereken bir şeydir.

Şimdi, arkadaşım diyorlar ki; «Kendileri Anayasa değişiklikleri üzerinde birtakım maddelerde çalışmıştı ve yine katkılarda bulunmuş­tu. Bunu bilir, özellikle çok önemli bir maddede de çalışmıştı.»

Burada yine zannediyorum konuşmamın he­yacanı içinde diyor ki; «Sol, bir sathı maildir»; Sayın Genel başkanlarının bir cümlesini kulla­nıyor, o sırada söylediği; fakat bu cümlesi ken­disi burada yorumluyor, ve hemen «Ortanın so­lu» ara geliyor: «Ortanın solundan kaya kaya bu noktaya geldik.» diyor.

Şimdi; «sol bir satlhımaildir» cümlenin, konuş­manın tümünü bilmediğimiz için, bunun üzerin­de fazla durmayacağız. Fakat, «Anayasa dışı sol» diye bunu anlamak mümkündür. Anayasa içindeki solu böyle anlamaya ve böylesine hü­küm vermeye, böylesine tartışmaya hiç kimse­nin yetkisi yoktur. Hiçbir siyasî parti bunu yapmak için, ne bir başka partiden, ne Hükü­metten, ne de herhangi bir müesseseden yetki almaz. Yetkiyi Anayasadan alır, kendisi kendi denetimini yapar ve onun muharebesini millet yapar. Bunlar karşılıklı iki deyimdir. Sol sat­hı maili vardır da – yani mantığa girmiyoruz, fakat girmemek için söylüyoruz – sağ sathı ma­ili yok mudur? Sağdaki sınır bir yerde yine Ana­yasa ile çizilmiştir. Biz çizmiyoruz.

Şimdi bu aslında 11 nci maddede çok açık olarak söylenmiştir. Bırakınız Cumhuriyet Halk Partisinin bulunduğu noktayı; bunun çok daha ötesindeki bir nokta için, yeni Anayasa deği­şikliklerinin demokratik sosyalizme, eski Ana­yasadaki imkânı verdiğini, burada bu kürsüde o maddemin müzakeresi sırasında, komisyon söz­cüsü ile konuşmacılarla V3 o anda celseye başkanlık eden Başkanın beyanı ile tescil edilmişti, zabıtlar ortadadır. Bunlara geri dönmenin anlamı yoktur. O zaman da söyledik: Bunlar kı­sır tartışmalardır. Bunu kimsenin elinden alamazsınız.

Bir siyasî parti çıkacak diyecek ki; gelir dağılımı adaletsiz. Birtakım insanlar, bu mem­leketin gelirinden haksız büyük paylar alıyor­lar, ben bunun karşısındayım, diyecek ve siz bunu suçlayacaksınız ve biz boyun eğeceğiz bu­na. Yok böyle güç kimsede… Sonuna kadar söyleyeceğiz: Kimsenin gücü yetmeyecek buna (C.H.P. sıralarından «Bravo» sesleri, alkışlar.) Bu memlekette birtakım alınteriyle kazanan in­san, avuç dolusu vergi verecek ve başkaları banknotları eğlence yerlerinde bir keyif için yakacak. Bunun karşısına çıkacağız, «olmaz» diyeceğiz ve siz mani olacaksınız. Yok bu gü­cünüz, yok bu gücünüz, olamayacaksınız. (A.P. sıralarından «Ne bağırıyorsun, fazla bağırma» sesleri.) C.H.P. sıralarından «Bravo» sesleri, alkışlar.)

Daha daha; bu memlekette topraklar ada­letsiz dağılmış olacak, ha. Adaletsiz topraklarda diyeceğiz ki; «Toprakları bu memleketin daha fazla büyüyemez. Topraksızlara toprak vereceğiz» diyeceğiz. Buna mani olacaksınız, sustura­caksınız. Yok böyle gücünüz, ne sizin, ne kimsenin, yok bu gücü. (C.H.P. sıralarından «Bra­vo» sesleri.)

Başka, başka; «Bu milletin kazancı ve alınte­ri değerlendirilecek. Büyük sermaye kimseyi sömürmeyecek» diyeceğiz ve siz suçlayacaksınız ve bu suçtan biz korkacağız. Kim oluyorsunuz da kimi korkutuyorsunuz? (C.H.P. sıraların­dan «Bravo» sesleri, şiddetli alkışlar.)

Sayfa 1 Sayfa 2 Sayfa 3 Sayfa 4 Sayfa 5 Sayfa 6 Sayfa 7 Sayfa 8 Sayfa 9 Sayfa 10 Sayfa 11 Sayfa 12 Sayfa 13 Sayfa 14